Arama Sonuçları
"" için 149 öge bulundu
- Çalışmaya Başlamanıza Yardım Edebilecek Öneriler
Çoğu zaman, hepimiz kendimizi yapmamız gereken görevlerin içinde kaybolmuş bir şekilde buluyoruz. Ödevler, projeler, katılman gereken toplantılar, çalışman gereken konular... İnsan olduğumuz için de rahata alışığız ve bu sebeple bu görevleri aksatmaya yöneliyoruz: "15 dakika sonra yaparım", "Saat tam 3 olsun başlayacağım". Rahat bize daha kolay geliyor ve bu yüzden belirli işlere başlamak istemiyoruz ve o görevleri erteliyoruz. Bu yazıda da aslında bu ertelemeyi nasıl azaltabileceğimizden veya yapmamız gereken işlere nasıl daha kolay başlayabileceğimizden bahsedeceğim. Sadece 1 Dakika Yapacağını Söyle Genel olarak halletmeniz gereken bir işe başlamanız için size 3 farklı öneriden bahsetmek istiyorum. İlk olarak eğer bir göreve hiç başlamak istemiyorsanız kullanabileceğiniz bir yöntem var: Kendinize sadece 1 dakika için bununla uğraşacağınızı söyleyin. Beyninizi sadece 1 fizik sorusunu çözeceğinize veya 1 cümle yazacağınıza inandırın. Böylelikle, beyniniz yapacağınız işin kolay olduğunu düşünüp sizin işe başlamanızı kolaylaştıracak ve sonrasında sizde kendiliğinden o işi 1 dakikadan çok daha uzun sürede yapma isteği uyandıracaktır. Çalışmanı Romantikleştir Yapmanız gereken işi romantik bir şekle sokun. Yani, onu daha çekici ve daha eğlenceli bir işe dönüştürmeye çalışın. Örneğin ben, bu yöntemi günlük hayatımda çok kullanıyorum. Kullandığım bazı yöntemler: Kendine kahve veya bitki çayı yap Müzik dinle Bilgisayarını ve odanı düzenle Motive edici videolar izle Siz de işinizi daha cazip göstermek için kendinize özel minik değişiklikler yapabilirsiniz. Mesela, bilgisayarınıza veya defterlerinize hedeflerinizi hatırlatan yazılar veya resimler ekleyebilirsiniz. Virtual Cottage Çalışmanızı romantikleştirmek için aynı zamanda estetik uygulamalar da kullanabilirsiniz. Örneğin, yakın zamanda Virtual Cottage adında bir "oyun" keşfettim. Bu uygulama ile rahatlatıcı müzikler ve doğa sesleri gibi seslerle ders çalışabiliyorsunuz. Aynı zamanda yanınızda bekleyen tatlı bir arkadaşınız oluyor. Bunun gibi minik ancak tatlı değişikler, eminim ki bende olduğu gibi sizde de o işe başlama hevesi katacak ve o görevi tamamlamanıza yardım edecektir. Arkadaşlarından Yardım al Arkadaşlarınızdan her konuda yardım isteyebilirsiniz. Arkadaşlarınız sizin için varlar ve onlara ne olursa olsun danışabilirsiniz. Onlarla beraber buluşup bir ders çalışma ortamı oluşturabilirsiniz, birbirinize bugün ne yapmanız gerektiğini mesaj atabilir ve birbirinizi kontrol edebilirsiniz. Her ne kadar arkadaşlarla eğlenmek kulağa güzel gelse de bazen eğlenmek yerine beraber ders çalışmak hepiniz için daha yararlı olabilir!
- Günümüzün Sorunu: İçselleştirilmiş Irkçılık
Araştırmacılar, okul çağındaki Afroamerikan Mary’nin önüne siyah ve beyaz ten rengine sahip (ten rengi dışında bütün özellikleri aynı olan) iki bebek koyarlar. Daha sonra Mary’e sorular sormaya başlarlar. İlk olarak “Sence hangi bebek daha güzel?” sorusunu sorarlar. Mary; beyaz tenli, sarı saçlı, mavi gözlü bebeği gösterir. Ona nedeni sorulduğunda “Çünkü o beyaz.” cevabını alırlar. “Sence en kötü bebek hangisi?” diye sorulduğunda ise siyah tenli, kahverengi saçlı bebeği gösterir. Son olarak ona en çok benzeyen bebeği sorduklarında Mary, üzülerek siyah ten rengine sahip bebeği gösterir.[1] Bebek testi deneyi ilk olarak 1940’lı yıllarda psikolog Mamie Clark ve eşi Kenneth Clark tarafından uygulanmıştır. Deneyin amacı çocukların ırkçılığı nasıl içselleştirdiğini görmeye çalışmaktır. Deney aynı zamanda Amerikalı çocuklara da uygulanmış ve yine aynı şekilde sonuçlanmıştır. Clark, bu deneyde ön yargı ve ayrımcılığın Afroamerikalı çocukların kendinden nefret etmesine neden olduğu sonucuna varmıştır.[2][3] Peki, çocukların deneye bu şekilde tepki vermesinin nedeni ne olabilir? Çocukların bu konuyu içselleştirmelerinin en büyük nedeninin algı olduğunu düşünüyorum. Sosyal çevrelerinde, okulda, televizyonda Afroamerikalı insanlarla ilgili olumsuz algı oluşturabilecek olaylara, haberlere tanık olmuş olabilirler. Oynadıkları oyunlar, okudukları kitaplar, izledikleri filmler çocukların kafasında bu konularda yanlış bir fikir oluşmasına sebep olmuş olabilir. Örneğin dünyaca ünlü “Barbie” bebekleri düşünelim. Piyasaya çıkan ilk Barbie bebekler sarı saç, mavi göz ve beyaz bir tene sahip. Afroamerikalı “Barbie” bebekler, beyaz “Barbie” bebeklerden yıllar sonra üretilmiş. Her zaman beyaz ” Barbie” bebek ile oynamış bir çocuğun kafasında yanlış bir algı oluşmuş olabilir. Yine hepimizin bildiği ” Tom ve Jerry” çizgi filmlerinde yalnızca bacakları görünen ve Tom’ a hep süpürge ile vuran kadın bir Afroamerikalı. Bu da şiddet ile ilgili olumsuz bir imaj. Benzer şekilde Hollywood filmlerinde Araplar ve Müslümanlar terörist gibi gösteriliyor. Hiç ilgisi olmayan film ve durumlarda bile bu algı işleniyor. Çocukların bu konuyu içselleştirmeleri onların suçu değil. Irkçılık sosyal yolla bulaşan bir hastalıktır. Onlara aslında bunları öğreten başta ebeveynleri sonra sosyal çevreleridir. Irkçılık, dünyanın her yerinde olduğu gibi, maalesef içinde bulunduğumuz coğrafyamızda da var. Yaşadığım şehirde, ülkelerinden göç etmek zorunda kalmış Suriyeli insanlar hayatlarının geri kalanına devam etmeye çalışıyorlar. Çarşıda, pazarda, okulda hep iç içeyiz o insanlarla. Hatta sınıfımdaki yakın arkadaşlarımdan biri de Suriyeli. Henüz kendisi ile tanışmamış diğer arkadaşlarım ona karşı birtakım ön yargılara sahiplerdi. Yukarıda bahsettiğim gibi belki de çevrelerinden etkilenerek ırkçılığı içselleştirmişlerdi. Fakat onunla tanıştıktan sonra bu düşüncelerini değiştirdiler. Onun da bizden farklı olmadığını gördüler. Hepimiz insan değil miyiz? Türk, Afrikalı, Amerikalı, Ukraynalı veya Arap olmamız bir şey değiştiriyor mu? Hepimizin kendine özgü kültürü, sanatı, tarihi var. Bu çeşitlilik bir araya gelince daha da zengin olmuyor muyuz? Beraber; teknolojiyi, bilimi, sanatı geliştiriyoruz. Birlikte gülüyor, birlikte ağlıyoruz. Üstünde yaşadığımız dünya bir değil mi? Mutlu bir şekilde yaşamak değil mi istediğimiz? Aslında bu mutluluğa ulaşmanın tek bir formülü var; hoşgörü. Birbirimize karşı hep hoşgörülü davranırsak huzur ve refah içinde yaşayabiliriz. Ne demiş Karacaoğlan; Bana kara diyen dilber Gözlerin kara değil mi? Yüzünü sevdiren gelin Kaşların kara değil mi? Beni kara diye yerme Mevla'm yaratmış, hor görme Ala göze siyah sürme Çekilir, kara değil mi? Hint'ten, Yemen'den çekilir İner Bağdat'a dökülür Türlü taama ekilir Biber de kara değil mi? İllerde konup göçerler Lale sümbülü biçerler Ağalar, beyler içerler Kahve de kara değil mi? [4] Irkçılığı değil de hoşgörüyü içselleştirdiğimiz gelecekte buluşmak ümidiyle… Kaynakça 1. https://www.youtube.com/watch?v=PZryE2bqwdk 2. https://en.wikipedia.org/wiki/Mamie_Phipps_Clark 3. https://www.naacpldf.org/ldf-celebrates-60th-anniversary-brown-v-board-education/significance-doll-test/ 4. https://www.siir.gen.tr/siir/k/karacaoglan/bana_kara_diyen_dilber.htm Zeynep Ş. AMAÇ Kapak Resmi: Copyright © 2022 Zeynep Ş. Amaç
- Alice Harikalar Diyarında Sendromu (AIWS) Nedir?
"Şimdi, şu ana kadarki en büyük dürbün gibi uzuyorum...Elveda ayaklarım!" (Çünkü ayaklarına baktığında neredeyse gözden kaybolmuş gibiydiler ve giderek de uzaklaşıyorlardı.) Hiç yolda yürürken yanınızdan geçen bir kedinin fil boyutunda olduğunu, 4 katlı bir binanın kibrit kutusu kadar göründüğünü ya da bir anda evinize sığamayacak kadar uzadığınızı hissettiniz mi? Belki de birçok kişinin yalnızca masallarda olacağına inandığı bu olaylar bütünü, “Alice Harikalar Diyarında Sendromu (AIWS)” olarak adlandırılır. Öncelikle bu sendroma neden "Alice Harikalar Diyarında" sendromu deniyor, konuya oradan başlayalım. İlk olarak psikiyatrist John Todd tarafından gözlemlendiği için "Todd Sendromu" olarak da bilinen bu sendrom, algı ve oryantasyonun geçici olarak bozulmasıyla ortaya çıkan ve nadir görülen ilginç bir rahatsızlıktır. Adını Lewis Carroll'un "Alice Harikalar Diyarında" isimli kitabından alır. Çünkü hastalığa bağlı görülen belirtiler kitapta meydana gelen olaylarla benzerlik gösterir. Maceraları boyunca, Alice'in dünyayı görme şekli bir tavşan deliğinden düştükten sonra değişir. Bir noktada, "beni iç" yazan bir şişeden yudumlar ve küçük bir kapıya sığacak kadar küçülür. Sonra "beni ye" yazan bir pasta yer ve çok uzun bir masadaki anahtara ulaşacak kadar büyür. Sendromun Belirtileri Nelerdir? Sendrom, gözlerle beyin arasındaki sinyallerin tam ve doğru çalışmamasından kaynaklanan nörolojik bir hastalıktır. Bu nörolojik sorunun sonucunda görüş bozukluğu ortaya çıkar. Hasta çeşitli halüsinasyonlar gördüğünü düşünür; onun için şaşırtıcı ve korkutucu olan bir dünyada yaşadığını, yanıltıcı sanrılar yüzünden delirdiğini sanır. Semptomlar zararsız gibi gözükse de yaşanılan algı bozuklukları kişinin günlük yaşamında önem arz edecek boyutta güçlüklere sebep olmaktadır. Sendromun belirtilerini şu şekilde sıralayabiliriz: Mikropsi (cisimleri olduğundan küçük görme) Makropsi (objeleri olduğundan büyük görme) Metamerhopsi (cisimleri çok şişman, çok ince, kısa, uzun görme) Telopsi (cisimleri olduğundan uzakta görme) Pelepsiya (cisimleri olduğundan yakın görme) Vücut imajını farklı algılama, hareketlerde asimetri Dokunma duyusundaki bozukluklar Zaman algısının bozulması Ses algısının bozulması gibi başlıca belirtileri bulunmaktadır. Sendromun Nedenleri Nelerdir? Birçok algı bozukluğuna sebep olan bu sendroma tam olarak neyin sebep olduğu bilinmemektedir. Ancak yapılan çalışmalardan yola çıkan bazı uzmanlar, beynin çevresel algıları düzenleyen kısmında yaşanan anormal elektriksel aktiviteler sonucu, o bölgelere anormal kan akışı yaşanması ile ortaya çıktığını söylemişlerdir. Yapılan başka bir çalışmada ise Alice Harikalar Diyarında Sendromu yaşayan insanların %33’ünde enfeksiyon olduğu tespit edilmiştir. Migren, temporal lob epilepsisi, psikoaktif ilaç kullanımı ve beyin tümörleri sendromun belirtilerine yol açabilmektedir. Hatta kendisi de bir migren hastası olan Lewis Carroll'un bu sendromdan muzdarip olduğu bilinmektedir. 30 yıl boyunca, 28 migren hastasının takip edildiği bir çalışmada, 7 bireyin Alice Harikalar Diyarında Sendromu ile ilişkilendiren semptomları tecrübe ettikleri ortaya koyulmuştur. Yapılan bazı çalışmalar ise migren için kullanılan ilaçlardan kaynaklı olarak ortaya çıktığı düşünülen vakaların da var olduğunu ifade etmektedir. Sendromun Görülme Sıklığı Cinsiyete bağlı değildir. Sendrom çoğunlukla çocuklar ve gençlerde görülmekle birlikte, 20'li yaşlarda yavaş yavaş kaybolmaktadır ama nadir de olsa 20'li yaşlardan sonra da ortaya çıkabilmektedir. Aslında birçok kişi hayatında bir kere de olsa bu sendromu yaşamaktadır. Ama kısa süreli olduğu için pek umursanmamaktadır. Fakat bazı insanlarda bu süre biraz daha uzun ve daha sık olduğu için sorun yaratmaktadır. Sendromun Tedavisi Nasıl Yapılır? Bilinen, etkili bir tedavisi yoktur ancak erken tanıda önüne geçilebilecek önlemler alınabilir. Sendromun tedavisi migren tedavisine benzer bir yolla yapılır. Hastalar doktor tavsiyesi ile antikonvülzanlar, antidepresanlar, kalsiyum kanal blokerleri ve beta blokerleri kullanırlar. Kronik vakalar için ise bilinen bir çözüm henüz yoktur. En iyi tedavi yöntemi dinlenmedir. Strese bağlı oluştuğu düşünülen vakalarda meditasyon, yoga gibi rahatlatıcı aktiviteler belirtileri azaltmada etkili olabilir. Bu yüzden hasta için en etkili tedavi yönteminin belirlenmesi için sendroma yol açan etmenin doğru belirlenmesi önemlidir. Ayrıca hastanın semptomların zararlı olmadığı konusunda kendisine telkinde bulunması rahatlaması için faydalı olabilir. Bu insanlar aynı şeyi yaşayan başka insanlarla birlikte olup yalnız olmadıklarını hissederse bu onlar için iyi gelebilir. Tecrübeleri başkalarıyla paylaşmak, hastalıkla en iyi başa çıkabilme yoludur. Perihan YÜKSEK Kaynaklar https://bilimveutopya.com.tr/alice-harikalar-diyarinda-sendromu https://bilimfili.com/alice-in-harikalar-diyarindaki-norolojik-bozukluklar https://indigodergisi.com/2014/08/alice-harikalar-diyarinda-sendromu/ https://evrimagaci.org/alice-harikalar-diyarinda-sendromu-bir-lewis-carroll-kurgusunun-gercek-olusu-9726 https://www.doktortakvimi.com/blog/alice-in-wonderland-sydrome-alis-harikalar-diyarinda-sendromu
- Yapma Yüz: Maske
Maske... Ne kadar da günlük yaşamımızdan bir kavram değil mi? Peki öncesi? Salgın patlamadan önce sadece farkındalık çalışmaları ve alegorizmalarda kullanıldığını söylesek yanlış olur mu? Maske dediğimizde pek tabii olarak yanımızdan ayıramadığımız, zorunluluklarla hayatımıza girmiş itici bez parçaları geliyor akıllarımıza. Evet, haksız değiliz pek çok salgın hastalıkta, hava kirliklerinden korunmada maskelerden faydalanıyoruz. Veba, COVID-19, Çin örneği gibi. Peki insanlığın başından beri takındığımız maskeler? Haydi insanlığın maskeyle serüvenini izleyelim. Bunun için önce maskeleri ayırmalıyız: yüze takılan/çizilen bildiğimiz maskeler, yaşamımızda takındıklarımız ve tiyatrolardakiler. Yüze takılan nesneler, yüzü kapatan makyaj ve yüz boyamalar bir maskedir. Platon'a göre gerçeği gizleyen bir metafordur. Uzmanlara göre binlerce yıldır kimlik ve sosyal statü göstergesi olarak maske kullanıyor. Hatta insanlık ve maske paralel gelişim gösteriyor. 1) Bildiğimiz Maskeler: Surette Bir İşaret İlk maske kullanımı için ilkel topluluklara gittiğimizde ritüellerle karşılaşırız. Burada soyut bir eğlence kavramıdır maske. Hatta Gombrich bu eğlence algısını çocuk oyunlarına benzetmiş. Eh biraz abartmış tabii. Evet bu da bir çeşit oyundur lakin burada herkes maske takar, çocuklarda olduğu gibi oyun dışındakilere takınılan bir tavır yoktur çünkü oyun dışı yoktur. Yani bu bir seremoni, tek dünyadır, herkes maskeli ve soyuttur. Sonra eski topluluklar geliyor. Onlar ise avlanma stratejisi yapmış bunu. Avlarına benzemek için kokular ve postlar yardımıyla maskelere bürünmüşler. Bu süreci dini ayinler takip etmiş. Kutsallık göstergesi olarak bitkisel boya ve maskelerle gizlenilirmiş. Eski Mısır kalır mı? Onlar da ölüm ve korunma maskeleri kullanmış. Ölüm maskeleriyle ölülerinin yüzlerini neredeyse olduğundan da güzel sergilemek, bulunduğu yerde en güzel şekilde yaşatmak, korunma maskeleriyle ise kötü ruh ve düşmanlarından korunmak istemişler. Ölüm maskeleri Avrupa ve Roma’da da sürdürülmüş ve yüzlerin kalıpları alınıp kişi ölümsüzleştirilmek istenmiştir. Birkaç farklı toplumun maskeyle ilişkisi şu şekilde: Yeni Britanya’nın “Duk-duk” dernekleri devasa maskelerle suçluları cezalandırır. Yeni Gine’de köyün gençleri maskelerle hortlak suretinde çocuklar ve kadınları korkuturmuş. Yine Şamanlarda oldukça benimsenmiş bir maske kullanımı söz konusudur. Onlar için maske koruyucu ve kurtarıcıdır. Yine diğer toplumlara Şamanlar hakkında ilginç izlenimler veren farklı kıyafetleri ve maskeleriydi. Şaman maskeleri ana hatlarıyla basit ve tüm ilkel görünümlerine karşın teknik açıdan son derece yetkindirler. Bazı karmaşık yapılı maskelere karşın çoğu birkaç aceleci darbe ile kabaca yontulmuş ve göz, ağız gibi ayrıntılar stilize edilmiş gibi bir görüntü oluşturmaktadır. “Star Wars” filminde maske kullanıldığını açıklamaya gerek dahi görmeden geçiyorum. Buralara gelmişken Antik Yunan’ın “grotesklerini” ele almazsak haksızlık ederiz. Groteskler küçük karikatürize yüz ve bedenleri, fiziksel deformeleri tasvir eden pişmiş toprak figürinlerdir. Antik çağ insanının yaşantısıyla doğrudan bağlantılı olup genelde kusurlu anatomik hatları, absürt şekilleriyle gözlenirler. Anadolu ve Mısır’da yoğun olarak rastlanan groteskler bir külte bağlı değildir. 16. Yüzyılda eğlence ve karnavallarda Orta çağ boyunca kimliği kamufle etmede kullanılmıştır. Commedia dell’ Artre için durum farklıdır. Burada göz, burun ve yanakları kapatan maskeler kullanılır, böylece tamamıyla bir kişiliksizleştirmeden uzaklaşılır fakat gizem katılırdı. Türkler için maske ilk kez Uygurlarda Nevruz kutlamalarıyla kendini gösterir. Burada kaplan oyunu gibi oyunlar maskeyle zenginleşmiştir. Anadolu’da Neolitik Dönem’den beri pişmiş topraktan çeşitli özellik ve formda kaplar, aletler ve pişmiş toprak figürinler yapılmıştır. Bu figürinler arasında önemli bir grubu da masklar oluşturmaktadır. Neolitik Dönemde masklar daha çok ritüel amaçlı tanrı ve tanrıçayı sembolize eden figürlerden oluşmaktaydı. Birkaç işlev için maskeler kullanıldı: asıldığı mekanı korumak, alana güven vermek (tanrı ve tanrıça maskeleri), ölü gömme, hasat, bereket, yağmur yağdırma, hastalıkları iyileştirme, kadınlara ve çocuklara öğüt verme, suçluları cezalandırma (kötü ruhları ya da tanrıları simgeleyenler). Üç çeşit mask vardır: Ritüel, biyografical, sahne maskları. Ayrıca Yenisey Kırgızları'nın mezarlarında ve Yenisey Yazıtları'nda maskelere rastlanmıştır. Vefat eden insanı temsilen koyulan mankenin / tulun yüzü alçı taşından yapılmış maske ile kapatılmıştır. Bazı maskelerin üzerinde dövme usulüyle yapılmış insan resimleri de vardı. Bu resimler vefat eden şahsı yansıtıyordu. Mankende maske olması kişi için onur verici bir şeydi. Yazıtlarda “yüzü kapalı babam” şeklinde bir ifadeye rastlanmış ve ifadenin kişinin babasıyla onur duyarken yazdığı saptanmıştır. İslam coğrafyası için hoş karşılanan bir gelenek olduğu söylenemez ancak Şiilerin Muharrem ve taziye törenlerinde kullandığı bilinmektedir. Son olarak en fazla Afrika'da kullanıldığı da bilinen bir gerçek. Bunların hepsi maskenin birkaç getirisiyle bağlantılı. Şöyle ki maske: Ardındaki kişinin mevcut kimliğinin ötesinde yeni bir kimlik kazandırıyor ona. Hatta Ortaçağ’da İtalya’da olsaydık karnaval mevsimlerinde silah taşıyamazdık. Neden mi? Çünkü maskeliyken farklı bir kimlikte olursunuz ve davranışlarınızdan mesul değilsinizdir. Yeni bir portre oluşturup takan kişiyi gizler. Kişinin değişip dönüşmesini sağlar. Kullanan kişinin yüzünü korur. Doğaüstü güçlerden korkanlar için zırh görevindedir. Genelde Tanrı veya başka doğaüstü güçler, efsanevi varlıklar biçimindedir. Dönüştürülen varlığın benliğine girme şansı tanır. Ata, Tanrı, doğaüstü güçleri canlandırır. Var olan şeyleri hem ortaya çıkarıp hem de gizleyebilir. Maskeleri; ilkel maskeler, korunma ve saldırı maskeleri, ölü maskeleri, ritüel ve tören maskeleri, eğlence maskeleri başlıklarında toplayabiliriz. Örneğin koruma maskeleri... Özellikleri: Kolay taşınabilir, baş hareketini kısıtlamaz, göz boşlukları geniştir. Askeri amaçlı maskeler düşmana korku salmak ve korunmak için kullanılır. Halen eskrim, hokey, beysbol gibi sporlarda yer alıyor. Astronotları uzay yolculuklarında koruyan uzay takım elbise ve kasklar da böyle. Salgın anlamıyla maske dediğimizde 17. Yüzyılın meşhur bubonik veba maskeleriyle başlayabiliriz. Maske takma geleneğinin kültürden kültüre değiştiği gerçeğiyle burada da yüzleşiyoruz. Örneğin yoğun hava kirliliği ve viral salgınlardan dolayı Asya kültüründe garipsenmezken hatta yaygınken Batı’da uğursuz çağrışımlarda bulunur. Fransızca “masque” kelimesi “yüzü gizleyen nesne”; Katalanca “mascarar” “yüzü siyaha bulama”; Orta Çağ Latincesi’nde “masca” “kabus” anlamına geliyor yani bu uğursuz çağrışımların sebebini anlamışsınızdır. Doğu Asya da kültüründen kaynaklı maskeyle bütünleşmiş bir coğrafya. Bu coğrafyada insanlar başkalarını rahatsız etmemeye ve bütünlüğü bozmamaya çok önem veriyor yani gerektiğinde maske takmak başkalarını korumak olarak görülüyor. 2) Tiyatral Manasıyla Maske: Diyonsos'un Kimlik Değişimi Tiyatroda kullanılan maskeler, oyuncu ve izleyici arasındaki heyecanı ve gerilimi artırarak, oyuncuya farklı kimlikler kazandırır. Yunan tiyatro maskeleri eski Diyonsos kültlerinden gelişmiş; ölüm, yeniden doğum ve verimlilik ile ilgili olmuşlardır. Tragedyalarında aktörlerin giyip oynadığı spesifik rollerdi. Diyonsos törenleri, Antik Yunan’da aynı isimli tanrıya atfedilen törenlerdir ve teke kılığına girip garip danslar yapanlardan oluşan, koroların söylediği şarkılardan oluşur. Kadınların şarap tapım törenlerinde de Diyonsos, maske olarak kişileşirdi. Oldukça büyük olan maske, ahşap sütun üzerine yerleştirilir ve tören onun önünde yapılırdı. Yunan vazolarında betimlenen maskeler bunların örneği niteliğindedir. Antik Yunan tiyatrosunda maskenin oyuncunun kimlik değiştirme ve temsil eylemini gerçekleştirmesi demek olduğunu söyleyebiliriz. Hem izleyici hem oyuncu gerçeği bilmesine rağmen kimlikte kendini bulur ve buna inanmış bir tavır takınırdı. 3) Soyut Olarak Maske: Person-Persona Maskeyi sadece sesimizin çıkmasını engelleyen bir öğe kabul edersek maske çok üzülür:) Çünkü kendileri tüm iletişim sürecine hâkim, kaynağa hükmeden ve dolayısıyla duyguları harekete geçirip anlamı belirsizleştirme kozuna sahip bir unsur. Evet ilk insanlar doğa ve diğer canlılarla iletişimleri için maske takmış fakat günümüz biraz daha farklı. Bizler soyut tezahürünü odağa alıyor ve takındığımız rollere indirgiyoruz. En başından beri tekrarladığımız üzere maske bir kimlik gizleme veya yeni bir kimlik kazanma aracı. İlkellerin kayalara kazıdığı maskeli insanlar, Şamanların hasta tedavisinde kılık değiştirmeleri, avcıların avladığı hayvanın görünümüne bürünmesi hep bundan. Ama artık bunlara gerek yok zira sanal dünya bunu fazlasıyla karşılıyor. Kimlik, insanın ‘Ben kimim?’ sorusuna cevabıdır. Kısmi sürekliliğe sahip ve çok yönlüdür. İnşasında içinde bulunduğu ortam, sosyal deneyim, cinsiyet, etnik köken, yetiştiği toplum, sınıf, sosyal hayattaki rol ve davranışları başta olmak üzere pek çok etmen etkili. Davranış ve rollerimizi ‘Ben kimim?’ in yanında ‘Ben kim olmalıyım?’ sorusu da şekillendirir. Yani diğer insanların kendisini nerede gördüğü. Pierre Bourdieu kişinin kimliğinin yeniden şekillendiğine işaret eder ve yaşanılan sosyal deneyimlerin kimliği tanımlayan maskelere dönüştüğünü belirtir. Ve nihayet bireyler kendilerini bu maskelerle tanımlar. Birey, kimliğini konuşlandırırken farklı materyal ve kültürel ögelerden destek alır. İnternet çağıyla beraber yeni kimlikler inşa edilen bir mecra hayatlarımıza girdi. Bailey’in de dediği gibi kimlik seçip, oynayıp, değiştirip rahatlıkla kurgu ve yalana başvurulabilir yani sanal bir deri alınabilir. Tüm bu teknolojilerden önce bireyler yüz yüze görüştükleriyle sınırlıydı yani kimlik gelişimi yerellikten öteye geçemezdi. Şimdilerde ise kitle iletişim araçlarıyla kilometrelerin, kıtaların buluşması söz konusu. Siber ortamda ahlaktan uzaklaşabilme şansı, farklı kimlikler ve takınılabilecek sayısız maske buraları daha da cazip hale getirmektedir. Maske bir sonuçtur. Sabittir, açık seçiktir, gösterdiğinden ne az ne fazlasını verir, tek başına vardır, bilinmezdir. Etkisinin gücü gizeminden gelir. Çok şeyi ifade edip daha da çoğunu saklar. Sanal ortamın getirilerinden biri de yakınlık ya da yakınlık yanılsaması. Yakınlık artık fiziksel komşuluğu gerektirmiyor ama bu fiziksel komşuluk da artık yakınlığı belirlemiyor. Yani artık hem daha kısa hem daha sığ, hem daha yoğun hem daha kısa ilişkilerimiz var. Kurgulanmış kimlikler ve anonimleşmiş bireyler geçerli. Nihayetinde postmodern yaşam stratejisinin özü, kimliğin kararlı hale getirilmesi değil, sabitlikten kaçınmaktır. Yani iletişim kurarken maskeler takarız. Öyle ki rol ve kimliklerimizi maskeler belirler. Sanal ortamla beraber kolayca değiştirebileceğimiz maskeler takınmak kaçınılmaz olmuş, bunun sonucu da değişken hatta bazen sahte kişilikler kazanılmasıdır. Kişi sözcüğü Yunanca person anlamına gelmektedir ve persona Antik Yunan’da person, tiyatroda maske anlamına gelmektedir. Bundan dolayı da bir kişi olmak doğru anlamda doğru maskeyi takmakla ilgilidir. Kişi (person) sözcüğünün ilk anlamının “maske” olması büyük olasılıkla basit bir tarihsel rastlantı değildir. Daha ziyade herkesin her zaman ve her yerde, az çok farkında olarak belli bir rolü oynadığı gerçeğinin kabulüdür bu. Biz birbirimizi bu roller içinde tanırız; bu rollerle kendimizi tanıtırız. Bu dünyaya bireyler olarak geliriz, kişilik kazanır ve birer kişi oluruz. Ama maskeler bazen o kadar sahici olur ki birey bu maske altındaki gerçek kişiliğini unutur, onu çok kolay saklar ve bu maske donar, gerçek kişilik de kaybolup gider. Kişiler bu maskeleri, kendi benlikleri gibi görerek ya da olduğundan farklı görünmek için sürekli bu maskeleri ile gezmek zorunda kalır. Günümüzde de interneti bir ritüel, bir tiyatro sahnesi olarak düşünürsek, orada sanal maskelerini takmış ve törenin bir parçası olmak için, istedikleri rollere bürünen insanları görmek mümkündür. Yazımın ismini yapma yüz koydum çünkü tüm maskelerin en nihayetinde yapma olduğu sonucuna vardım. Hanım kız, beyefendi, tüm işleri yolunda giden iş insanı, maço erkek, ideal anne-baba... Tüm bunlar maskelerden ibaret. Yalnızca takındığımız roller ve birer numara. Aynı şey tiyatroda da geçerli. Örneğin Romeo'yu oynuyorsak Romeo maskesi takar ve ona bürünürüz ama bu yapay maskeyi çıkarınca yine oyuncu kalır. Mevzu bahis kabilelerin yüz boyaları, hastalarını tedavi eden Şamanlar, avlanmaya çalışan ilkeller, hastalıktan korunmak isteyen zavallı modern insanlar olabilir. Her hâlükârda beşer bir şeyler takar/sürer ve bir şeyler olduğunu düşünür. Sanat yaptığını, korunduğunu, yeni bir insan olduğunu... Kimliğimiz, sanatımız, sağlığımız, kültürümüz maskedir. Simge DERE Yararlanılan Kaynaklar AKADEMİK SANAT; SANAT, TASARIM VE BİLİM DERGİSİ 2019 Kış Sayısında yayımlanan Esra Sayın’ın yazdığı “Antik Çağ’ın Grotesk Figürünleri” makalesi. Atatürk İletişim Dergisinin 8. sayısında yayımlanan Zeynep Demircioğlu’nun yazdığı İletişim Sürecinde Amaç ve Niyeti Farklılaştıran Egemen Bir Öge Olarak Maske makalesi (Ocak 2015) Bahar Şener-Pedgley’in yazdığı “Maskenin Maskesini Düşürmek” makalesi Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisinin 12. Sayısından Bilal Söğüt ve Banu Yılmaz’ın STRATONIKEIA’DAN ÜÇ TERRAKOTTA MASK adlı makalesi Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisinin 7/2 sayısında 641-649. Sayfada yer alan Nurdin USEEV’in yazmış olduğu “KANMIILDIG-HOVU (E 62) YAZITI VE ESKİ TÜRKLERDE MASKE KÜLTÜRÜ” isimli makale
- Gombe Şempanze Savaşı - 4 Yıl Savaşları
Savaş Kavramı Savaşlar, birtakım anlaşmazlıklardan ötürü toplumlar arasında çıkan şiddetli çekişmelerdir. Bizler savaşları hep insanlarla özdeşleştirmişken 1974'te araştırmacı Jane Goodall’ın keşifleri bu algımızı yıktı. Savaşları türlerini göre ayırırız. Bunlardan birisi de savaşlar içinde büyük bir yere sahip olan iç savaşlardır. İç çatışmaların temel sebepleri büyük çoğunlukla politik ve dini eksenlerdir lakin bu durum insanlarda böyledir. Peki doğada bu durum nasıldır? Sadece insanlar mı savaşır? Gelin bu duruma bir göz atalım. Tanzanya Gombe Ulusal Parkı’nda şempanze türünün farklı komüniteleri bir arada yaşıyorlardı. Jane Goodall, primatlar üzerine araştırma yapmak üzere bölgeye gönderildi. Jane bölgeye varınca bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı. Şempanzeler, düşmanca hareketler gösteriyorlardı ve kendileri içinde gruplaşıyorlardı. Yaptığı araştırmalar sonucunda bu kutuplaşmanın yeni değil, 1971’de başladığını öğrendi. Uzun süredir bir arada yaşayan Kahama ve Kasakela şempanzeleri artık Kuzey ve Güney bölgelerine ayrılmışlardı ve kutuplaşma hat safhaya ulaşmıştı. Güney bölgesinde Kahama, Kuzey bölgesinde ise Kasakela şempanzelerinin hükmü sürüyordu. İlk Kan 7 Ocak 1974'te altı yetişkin Kasakela erkeğinin bir ağaçta beslenmekte olan yalnız Kahama erkeği Godi'yi pusuya düşürüp öldürmesiyle savaş resmen başladı. Bu, şempanzelerden herhangi birinin bir erkek şempanze arkadaşını kasten öldürdüğü ilk vakaydı. Godi’yi öldürdükten sonra şempanzeler zafer çığlıkları attılar. Godi’den sonra De’nin ölümü de gecikmedi. Hemen sonra Kasakela komşularına nispeten dostane davranan yaşlı Goliah da öldürüldü. Geriye sadece 3 Kahama erkeği kaldı. Bu olaylar karşılıklı bir şekilde devam etti. Sonuç olarak: 7 erkek, 3 dişiden oluşan Kahama Şempanzelerinin tamamı ölürken, 8 erkek, 12 dişiden oluşan Kasakela Şempanzelerinden sadece 1 şempanze ölmüştü. Sonuç 4 yıllık savaş sonucunda Kasakela Şempanzeleri, Kahama Şempanzelerinin hakim olduğu topraklara hakim oldu. Bu sayede Kasakela Şempanzeleri ve Kalande Şempanzeleri komşu olmuş oldu. Sevinmek için daha çok erkendi. Kahama Şempanzeleri, Kadakela Şempanzelerine karşı saldırgan davranıyorlardı. Kadakela Şempanzeleri, Kalande Şempanzelerinin güçlü ve agresif tutumu karşısında daha fazla direnemedi ve kazanımlarının çok büyük bir bölümünden vazgeçip eski bölgesine geri döndü. Kendi alanlarına döndüklerinde ise Mitumba toplayıcıları tarafından taciz edildiler. Sonunda nihayet çatışmalar sona erdi ve şempanzeler eski huzurlu günlerine geri döndüler. İlk başta bu savaşın oluşumunda Jane Goodall ve diğer araştırmacılardan şüphelenilse de yapılan araştırmalar sonunda bu iddiaların boş ve temelsiz olduğu ortaya çıktı. Bu vahşet, insanlara benzemelerine rağmen davranışsal olarak şempanzeleri “daha iyi” bulan Goodall için şok etkisi yarattı. Bu olaylardan sonra psikolojik bunalım yaşayan Goodall bir kitap yazmaya karar verdi ve "Bir Pencereden: Gombe Şempanzeleri ile Otuz Yılım” isimli anı kitabını yayımladı. İşte bu kitaptan bir alıntı: “Birkaç yıl boyunca bu yeni gerçek ile yüzleşmek için mücadele ettim. Çoğu zaman aklıma korkunç görüntüler gelmesi nedeniyle geceleri uyandım. Satan [maymunlardan biri], Sniff'in yüzündeki büyük bir yaradan fışkıran kanı içmek için elini çenesinin altına sıkıştırışı... Çoğu zaman iyi kalpli ve sakin olan yaşlı Rodolf'un, Godi'nin yere yığılmış bedenine dört kiloluk bir taş ile vurması... Jomeo'nun, Dé'nin uyluğundan bir et parçasını koparışı... Figan'ın, çocukluk kahramanlarından biri olan Goliath'ın yaralı, titreyen bedenine tekrar tekrar saldırması ve vurması...” Bu savaş, insanların tanıklık ettiği ilk şempanze savaşı olarak tarih kitaplarında yerini aldı. Kaynaklar: Goodall 2010, s. 108-121 https://tr.wikipedia.org/wiki/Gombe_Şempanze_Savaşı https://evrimagaci.org/4-yil-savaslari-gombe-sempanze-savasi-19741978-4576
- Paw Guards Hakkında Her Şey
Nimo TV'de yayıncılık yapan ve sosyal medya fenomeni olan Jahrein'in (Ahmet Sonuç) bir gece Paw Guards kurucusu ve yöneticisi olduğunu iddia eden Erkin Erdoğdu'yu Twitter Space odasına davet etmesi üzerine gündem olan Paw Guards hakkındaki dolandırıcılık iddiaları son günlerde bir hayli konuşulmakta. Gelin birlikte Paw Guards'ın hayvanseverlerin duygularını nasıl sömürdüğünü ve cebini nasıl doldurduğunu inceleyelim. Paw Guards'ı inceleyen ve araştıran Jahrein, bazı şeylerin yolunda gitmediğini fark eder ve bu düşüncesini desteklenebilir nitelikte olan bazı belge ve görsellerle bir gece açmış olduğu yayında dile getirir. Paw Guards'ı araştıran ve dolandırıcılık yaptığını iddia eden Jahrein, bu yayında Twitter Space üzerinden Yeşim Salkım ile birlikte Paw Guards'ın sözde kurucusu ve başkanı olduğunu iddia eden Erkin Erdoğdu ile konuşma/görüşme yapar. 3 köpeğe babalık eden Jahrein, sokakta köpek olmaması gerektiğini savunur ve Erkin bunun aksini iddia eder. Konu daha sonra Yeşim Salkım'ın söz alması üzerine Paw Guards'a gelir ve Jahrein konuşma odasında bulunan Yeşim Salkım ile birlikte, şunları iddia eder; Paw Guards, bir kâr amacı gütmeyen kurum değil. Paw Guards, kâr amacı gütmeyen bir kurum olduğunu iddia ettiği halde resmi olarak bir anonim şirket olarak geçiyor. Paw Guards, şirket olduğu halde kâr amacı gütmeyen bir kurumuz diyerek gönüllülük adı altında sigortasız ve maaşsız hayvanseverleri çalıştırıyor. Paw Guards, sponsorlarından ve gönüllülerinden aldığı paraları derneklere bağışladığını iddia ediyor ancak bu konuda hiç şeffaf değil. Paw Guards neden bu belgeleri yayımlamıyor? Paw Guards, sanal kulübe, sanal hayvan ve sanal mama dahil birçok şey satıyor ve bu ürünleri satın alan insanlara bir mesaj dahil hiçbir bilgilendirme yapmıyor. Neden bir mesaj ya da fotoğraf bile gönderemeyecek kadar şeffaf değilsiniz? Paw Guards, sosyal medya hesabınızı amacı dışında hayvanseverlerin duygularını suistimal ederek insanları linçlemeye yönelik kullanıyor. Neden Erkin Erdoğdu, Paw Guards'ın kurucusu ve yöneticisi olduğunu iddia ediyor ancak hiçbir yerde Erkin'in kurucu ya da başkan olduğuna dair resmi bir bilgi bulunmuyor? Erkin Erdoğdu'nun Mahir Ünal dahil pek çok siyasi ile boy boy fotoğrafı var. Yaptığınız bu dolandırıcılıkları meşrutiyetinizi aldığınız siyasilerle mi saklıyorsunuz? Son olarak, Yeşim Salkım ve Yıldız Tilbe gibi birçok ünlü tarafından dava edilmiş ve hakkında hukuki süreç başlatılmış olan Paw Guards'ın dolandırıcılığı hakkında Jahrein'e destek veren isimler arasında Cüneyt Özdemir, Özgür Demirtaş, Zeki Kayahan Coşkun, İbrahim Uslu, Adem Metan, Şanışer (Sarp Palaur) ve Geniuskender de bulunmakta. Sen de #pawguardsaraştırılsın hashtagiyle soruşturmaya destek olabilirsin.
- Metaverse Nedir? Gelişen Dünya ile Sanal Gerçeklik Kavramı
Son zamanlarda, özellikle geçtiğimiz yılın eylül ayından itibaren çok yaygınlaşan ve sosyal medyayı ciddi anlamda sallayan kelime "Metaverse". 7'den 70'e herkesin ağzından duyabileceğimiz bu kelime ilk defa 1992 yılında ortaya çıktı. Başta herkes bu kelimenin bir bilim adamı ya da bir bilgisayar mühendisi tarafından ilk kez ortaya atıldığını düşünür. Ancak bu doğru değil. Bu kelimenin babası Neal Stephenson adında Amerikalı bir roman ve makale yazarıdır. Stephenson, Metaverse kelimesini ilk defa Snow Crash adlı bir bilim kurgu romanında kullanmıştır. 1992'de ortaya atılan bu kelime nasıl oldu da günümüzde büyük bir patlama ile tekrar gündeme geldi? Mark Zuckerberg'i duymuşsunuzdur elbette. Hani şu herkesin okuyup mezunu olmak için can attığı üniversite olan Harvard'ı bırakıp sonrasında sadece bir mezuniyet konuşması ve diploma için geri dönen adam. Zuckerberg okulu bıraktıktan sonra Harvard'lı öğrencileri internet üzerinde buluşturmak için ikinci sitesi olan Facebook'u kurdu. "Dünyanın en değerli 10 şirketi" listesinde olan Facebook, adını geçtiğimiz yılın eylül ayında "Meta" olarak değiştirerek Metaverse kavramının gündeme gelmesini sağladı. Metaverse Nedir? Bu kelime aslında meta (ötesi) ve universe (evren) kelimelerinin birleşimi ile üretilmiştir. Türkçeye "evren ötesi" olarak çevirilebilir ancak asıl Türkçe tabiri sanal evrendir. Bu evren size yerinizden kalkmadan toplantınıza gidebilme imkanı veriyor desem ne tepki verirdiniz? Tam olarak böyle, günümüz teknolojisi ile artık bu mümkün hâle geldi. Metaverse; bilgisayarlar, akıllı cihazlar ve 3D destekli teknolojiler vasıtasıyla bir insana sanal bir fiziksel ortama girebilme imkanı veriyor. Daha açık konuşmak gerekirse, elinizdeki bilgisayar sayesinde olmadığınız bir yerde olabiliyorsunuz. Örneğin, bir VR (Virtual Reality) gözlüğü takarak sanal ortamda tanımlanmış gerçek bir dünyaya giriş yapabiliyorsunuz. Bu sayede evinizdeyken toplantılara girebilir, konsere gidebilir, sanal arkadaşlarınızla sanal bir kafede sohbet edebilirsiniz. Gerisi sizin hayal gücünüze kalıyor. Harika değil mi? Günümüz teknolojisi inanamayacağınız kadar gelişti ve gelişmeye devam ediyor. Geçen her gün, saat, dakika hatta saniye bile teknolojinin adım atabilmesi için yeterli. İnsanlar her gün yeni makineler üretiyor. Makine üretmek ile kalmayıp bu makineleri otonom olarak üretebilecek robotlar üretiyorlar. Sürekli gelişen teknoloji ve değişen dünya karşısında kayıtsız kalan, gündemi geriden takip eden ülkeler büyük sıkıntılar ile karşılaşıyor. Teknolojiden uzak kalmak bir millet için büyük risk taşır. İşte bu yüzden teknolojiye yetişebilmek, gündemi takip edebilmek, gelişmek ve geliştirebilmek için kısaca her şey için çok çalışmamız gerekiyor.
- Solar Power by Lorde and Principles of Happiness
Have you ever heard of Solar Power? I guess you have. Solar Power is the type of energy that is obtained by the sun and converted into mechanical energy. From a scientific point of view, it makes you release hormones that increase your "happiness". And just like that, there are some songs that make you feel happy. Some "solar-powered songs". Looks like the singer Lorde, who is a 25-year-old Kiwi (New Zealander), agrees with this idea. Lorde released her third album named "Solar Power" in 2021. Surprisingly (!) the main song for this album was named Solar Power too. Now let's explore her sunny utopia, shall we? The Path In the opening track of the album, she welcomes us with a bunch of messages. Firstly, she mentions how celebrities have such power and impact on people‘s lives. She clearly denies giving people answers to some private questions they have. Instead, her advice is to encourage them. So that people can turn their faces to the Mother Nature. She uses the following sentences to express herself: There’s a lot of trust and faith and reverence based on people in my position, and more so than ever I think I realised that you cannot look to me for answers. We should all be looking to the sun, the ocean, and nature. Personally, I believe that this is an inspirational message for everyone. No one but you can help yourself in the decisions you make. Solar Power Ms. Lorde blesses us with powerful voices powered by the ‘Sun’ on the title track of the album. As a matter of fact, the title both makes the album and the song more clear. Plus it is an amazing song to vibe with! Although, the release has one con. The release was planned for June 10, which is summer in the Northern Hemisphere. However, in her homeland, New Zealand the release was technically made in winter. This means that most probably it was snowing back then! California “California” is a classical teenager song with touches of gratification towards love and life. Nevertheless, after bringing up her romantic memories, Lorde regrets them. Stoned at the Nail Salon In this track, she talks about growing up and making the right decisions. She advises people to question their commitments. This is a refreshing song with a unique name! Fallen Fruit This song has an extremely deep, soul-touching meaning. Firstly, she calls out for all the old generations who egotistically used the Earth. Of course, then she talks about how we are not fixing anything too. Shame! The music video of this song is highly recommended. Secrets from a Girl She talks about her past versions, as she mentions that she will be like the person who she evolved from in the previous years. Every one of us learns something throughout the path. And all we need to do is to actually internalize the data. Halfway read coffee break The Man with the Axe We all have crushes. And she had one too. In this song, she describes the love she has for that lucky man. Who wouldn’t want to be in his place! Dominoes A wisely written, professional way of diss. Lorde is describing a toxic man who then starts a long journey: discovering himself. This man talks with therapists and does yoga -this was unnecessary information but it is funny- Big Star Another emotional song again, but this time it is about her dog. The dog unfortunately passed away. I’m emotional too now! Leader of a New Regime After The Path, Lorde talks about a leader who is a savior that is needed to recover people. This is either us or someone very humane. Who knows? This song is relatively shorter than the others. Mood Ring Ms. Lorde with her girls, on self-care, taking her time to slay… This beautiful single is about self-motivation. She and her friends are performing a relieving ritual throughout the video. Definitely recommended if you want a “Sunday for yourself” with your besties. Plus, I really love the color and aura of this song. Oceanic Feeling We know she is an island gal, it runs in her blood to love the waters. This track is extremely long and not memorable however the lyrics are still catchy and meaningful! Perfect for people with blue auras. Or blue witches… And just like that, she made all of us happy with the album she released. Whoever you are or whatever you are doing, she will inject the sun into your heart. It's Solar Power baby! Nevertheless, I could not decide which song is the best. Could you please help me choose the best song for this album? You can write your favorite in the comment box.
- Renklerin Hayatımızla Bağlantıları
Renklerin aslında insan davranışları üzerinde etkisi olduğunu biliyor muydunuz? Gelin renklerin anlamlarına ve bizim üzerimizdeki etkilerine göz atalım. Saflığın ve temizliğin sembolü :Beyaz Beyaz renk ışığı yansıtır ve yazın kıyafetlerde bu yüzden beyaz renk tercih edilir . Bu renk insanların serinlik ve canlılık hissetmesini sağlar . Saflık ve temizliğin sembolü olduğundan dolayı çok eski zamanlardan beri gelinlere beyaz elbise giydirilir. Beyazın zıttı olarak anılan renk: Siyah Siyah gündelik hayatta kıyafetlerde sıcağı kendine çeken renk olarak bilinir. Karanlık ve kötülüğün sembolü olarak kullanılır.Siyah psikolojide kararlılık , özgüven ve azimi sembolize eder. Yapılan araştırmalarda inatçılık , aşırı hırs ve depresyonu tetiklediği kanıtlanmıştır . Bu ikilinin arkasından asaletin sembolü olan "mor" ile devam edelim Mor renk dışa dönüklüğü , romantizimi ve zenginliği temsil eder . Yapılan bir araştırmada kıyafetlerde mor rengi tonunun tercih edilişinin insanların kişilik özellikleriyle bağlantılı olduğu kanıtlanmış . Koyu mor renkte kıyafetler tercih eden insanların şıklığa önem veren, asalet ve azim duygularının ön planda olan insanlar olduğu, lila gibi açık tonda mor renk kıyafetler tercih eden insanların zarafet ve doğallığa önem veren insanlar olduğu ortaya çıkmıştır. Narin rengimiz :Pembe Romantizimi, sakinliği ve narinliği sembolize eder. Pembe rengin özellikle de kız çocukları üzerinde çok büyük bir etkisi olduğu kanıtlanmıştır. Firimalar kız çocuklarının pembe rengi ile kendilerini özdeşleştirmesinden faydalanarak pazarlamalarında bu rengi kullanırlar . Aşkın rengi: Kırmızı Kırmızı; ateş, aşk, şevhet, kan ve adrenalinin sembolüdür. İnsanların hızlı karar almasına, konuşulan ortamdaki duygusallığın ve coşkunun artmasına yardımcı olur. Kırmızı tehlikenin sembolüdür, trafik ışıklarında kırmızının tercih edilme sebebi de budur. Kırmızı rengi hayatlarında yoğun olarak tercih eden kişilerin atılgan, hırslı ve iktidara düşgün olduğu ortaya çıkmıştır. Aynı zamanda kırmızı adrenalin hormonu salgılanmasını sağlar, çoğu eğlence mekanlarındaki oyuncaklarda kırmızı tercih edilme sebebi de budur. Gökyüzünün rengi :Mavi Mavi; yalnızlığı, üzüntüyü ve depresyonu simgeler.Bundan dolayı prikologlar hasta görüşmelerinde mavi rengi tercih etmezler.Ayrıca mavi renk iştah kapatıcıdır. Diyette olanlar mavinin bu özelliğinden faydalanabilirler! Mavi renk yazılan yazıların hafızada kalmasına yardımcı olur. Aynı zamanda mavi renge boyanmış ortamlarda verimin ve performansın arttığı gözlemlenmiştir. Güneşin rengi : Sarı Sarı renk kullanıldığı yere göre güzel dursa da insanların sinirlenmesine, strese girmesine sebep olur. Özellikle bilgisayar ekranlarında, duvarlarda ve oda ışıklarında kullanıldığı zaman fazlasıyla göz yorar. Sarı renk soluk tonda kullanıldığında çürümeyi, hastalığı, kıskançlığı ve hilekarlığı simgeler. Kırmızıdan sonraki en sıcak renk :Turuncu Turuncu heyecanı, mutluluğu, dinamikliği ve dinçliği sembolize eder. Turuncu rengi tercih eden insanlar , özellikle kadınlarda, dikkat çekme isteği yoğun bulunmaktadır.Bu tip insanlar aynı zamanda dışa dönük , hareketli ve neşeli olurlar. Turuncu renk kullanıldığı ortamlara neşe ve canlılık Doğanın rengi: Yeşil Yeşil gençliği, yenilenmeyi, hareketliliği, yaratıcılığı ve dinçliği sembolize eder. Yeşil renk sakinleşmeyi sağlar. Sanatçılar ilham almak için yeşil alanları tercih ederler, bu da yeşilin sakinlik ve yaratıcılık sembolü olduğunun bir kanıtıdır . Aynı zamanda , reklam şirketleri gibi yaratıcılığa dayalı meslek gruplarını bulunduran şirketler sık sık yeşil renkte dekor kullanırlar.
- Hegel’in Diyalektiği, Gerçeklik ve Bahçemizdeki Küçük Tohumlar
Felsefe, varlığın kendi kendini düşünmesi işidir. W. F. Hegel felsefenin amacının tüm gerçekliği veya kendi deyimiyle “Mutlak Ruhu” anlayabilmek için kavramsal bir sistem geliştirmek olduğunu söyler. Bu amaca yönelik ortaya atılan önermelerle sağlanan ilerleme diyalektik süreçten geçer. Bu yaklaşımda gerçeklik kavramları giderek daha geçerli kavramlarla değiştirilir ve bu sayede gerçekliğe yaklaşılır. Peki, gerçekliğe ulaşmak için Kant, Platon, Sokrates, Heraklitos, Marx gibi birçok filozof tarafından bir yol olarak görülen diyalektik nedir, diyalektik süreç nasıl işler? Diyalektik kelimesi, Fransızca tez ve antitezle akıl yürütme yöntemi, münazara anlamına gelen “dialectique” sözcüğünden dilimize geçmiştir. İlk defa Yunan filozof Elealı Zenon (MÖ y. 490-y. 430) tarafından kullanılan dialektikē teχnē διαλεκτικη (τεχνη) deyimi ile “diyalektik” sözcüğü ile karşılaşıyoruz. Bu kavram, bir görüş ya da tez üzerinden yapılacak tartışmalar neticesinde, mantıksal sonuçları kullanarak bu tezi inceleme ve çürütme sürecine denir. En basit haliyle ise diyalektik, karşıtlıkları kullanarak gerçekleştirilen akıl yürütme biçimidir. Bir görüşü veya bir tezi olumlu ve olumsuz tüm özelliklerinden ayrı olarak düşünme işidir. Diyalektik farklı yönlerden de olsa tüm İlk Çağ filozofları tarafından kullanılmış daha sonra ise farklı filozoflar tarafından ele alınıp geliştirilmiştir. Oluş ve değişim kavramlarını duyduğumuzda aklımıza gelen ilk filozof olan Heraklitos'un "Aynı ırmakta iki kez yıkanılmaz." sözü ile diyalektiğin ilk tanımı yapılmıştır. Aristoteles’e göre diyalektiğin babası Heraklitos değil Elealı Zenon'dur. Zenon, diyalektik yöntemini kullanarak hareketin olanaksızlığını gösterir. Ona göre evrende görülen çokluk ve çeşitlilik yanıltıcıdır. Ancak diyalektik en kapsamlı haliyle Hegel tarafından ele alınmıştır. Hegel’in felsefesi genel olarak incelendiğinde diyalektik kavramının onun düşüncesinin temelini teşkil ettiği görülecektir. Hegel’e göre diyalektik, “Mutlak Ruhun” tez-antitez-sentez diyalektik üçlü hareketiyle gerçekleşmesi ve bunun bu yolla anlaşılması süreci olarak tanımlanır. Aslında diyalektik biçimsel olarak bir üçlemedir: Herhangi bir kavramın (tezin) kendi içerisinde çatışan öğeleri (antitez) olacağı ve bunun çözüme doğru ilerlenerek (sentez) aşılabileceği savunulur. Buradan anlaşılacağı üzere herhangi bir kavram ya da tez gerçeği anlamak veya betimlemek için yeterli olmayacaktır. İlk kavramın tam tersini savunan tutarsızlıklar (antitez) içerecektir. Bu tutarsızlığın çözümü, hem tezi hem antitezi barındırabilen ama aradaki tutarsızlığı çürütebilecek bir senteze varmaktır. Bu döngü asla sonlanmaz. Sentez, yeni bir teze dönüşür ve içinde yeni bir antitez oluşur, böylece bir sonraki senteze gidilir. Hegel’e göre diyalektik süreç, “Mutlak Ruh” kendi kendinin farkına varıp saf özgürlüğe ulaşana kadar sürüp gider. Yani düşünce ve varlığı aynı kefeye koyan Hegel, düşünceden yola çıkarak diyalektik süreci “maddeleşmiş bir fikir” olarak gördüğü evrenin hareketine yöneltmiştir. Diyalektik, bütün düşüncenin gelişim sürecini kapsar, Hegel gibi düşünce ve varlığın özdeş olduğunu düşünürsek diyalektiğin tüm varlık ve evrenin gelişim süreci olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Eğer gerçek dediğimiz şey varlığın gelişim sürecinden meydana geliyorsa kesin olan bir gerçeğe ulaşmak mümkün müdür? Peşinden koşturup durduğumuz bu “gerçeklik” nedir tam olarak? Hegel, insanın kendisinin yaratmadığı ve insandan bağımsız olan bir dünyayı deneyimlediğini ve bilgi olarak bu dünyanın bilgisini edindiğini kabul eder. Bu doğal dünya yine de bütünüyle zihnin eseridir fakat burada bahsedilen zihin insanların zihinleri değil, insandan başka bir zihindir. Sonlu ve sınırlı bir birey olarak insanın zihni, dünyayı meydana getiren ve bilginin konusu olan nesneleri/gerçekliği meydana getirebilecek güce sahip değildir, bunlar başka bir zihnin eseri olabilir ki bu Hegel'e göre mutlak bir özne, mutlak bir zihin ya da akıl ya da tin'dir. Gerçeklik ve onu var eden “Mutlak Ruh”, insan bireylerin zihninden bağımsız olarak vardırlar; ancak insan zihni, bu mutlak zihni gene de kısmen kavrayabilir ve bu kavrama diyalektik süreç ile mümkündür. Hegel’in düşünce sisteminde gerçeklik, diyalektik olduğu için hem aynı hem başkadır yani gerçeğin kendisi diyalektiktir. Bu doğrultuda, Hegel’in varlık sınıflandırması akla gelir, ona göre varlık üç çeşittir: “Kendinde”, “kendi için” ve “kendi yanında”. Kendinde olan, kendi kendisiyle özdeş gerçekliktir. Örneğin “A = A”. Dolayısıyla, ‘kendinde’ olan, hiçbir biçimde kendinden çıkmamış, kendine yabancılaşmamış veridir. ‘Kendinde’ olan, bir anlamda, kendinden hiçbir şey bilmez. Tohum, tohum olarak kaldığı müddet, gerçekte ne olduğunu ne kendisi ne biz bilebiliriz. İçinde taşıdığı gücün farkına varıp ağacı ortaya çıkarmadıkça köke, fidana, gövdeye, dala, çiçeğe, meyveye gerçekleşme olanağı tanımadıkça, varlığını “tohum = tohum” biçiminde devam ettirecektir. Bir tohum olarak hepimiz kendi özümüzü içimizde taşıyoruz ve bize yönelik her etki mutlaka kendi tepkisini (antitez) ortaya çıkarıyor ve bu döngü yaşamımızın sonuna kadar devam edecek yeni bir düzenin kapısını aralıyor ama şunu unutmamak gerekiyor, filizlenme potansiyelimiz var, bununla yetinmeyip bir ağaç olabiliriz. Dallarımızda yetişen bir çiçek bir sanatçıya ilham olabilir, bir meyve bir hastalığa şifa olabilir veya bir sincabın evi olabiliriz. Hepimiz içimizde bir renk barındırıyoruz; kimimiz sarı bir limon ağacı, kimimiz kırmızı bir çilek, kimimiz beyaz bir zambak… Her geçen gün grileşen bahçemizi renklendirmek bizim elimizde. Küçücük tohumlar büyük etkiler yaratabilir. Kaynaklar Ege, R. (2006). Diyalektik. Felsefe Ansiklopedisi, 4, 576-604. Loewer, B. 30 Saniyede Felsefe. https://www.etimolojiturkce.com/kelime/diyalektik https://tr.wikipedia.org/wiki/Diyalektik https://tr.wikipedia.org/wiki/Hegelcilik https://tr.wikipedia.org/wiki/Mutlak
- Hamlet: Hiçbir İhanet Saklı Kalmaz!
“Zira iyi de yoktur kötü de. Düşünce var eder ikisini de.” Yüzyılları aşarak günümüze seslenen Shakespeare, tüm gerçeklikleri destansı bir şekilde anlattığı Hamlet ile insanlığı düştüğü kör kuyuda aydınlatmayı amaçlıyor. Bu çabası her çağda ayakta alkışlanmış ve alkışlanmaya devam ediyor. İnsanların güç için yaptıkları kötülükleri, hırsın acımasızlığını ve adaletin er geç sağlanacağını anlatan Hamlet, günümüz dünyasının gerçekliklerini de göz önüne seriyor. Asıl olanın her devirde açıklığa kavuşmasını gözler önüne sererken, çaresizliğin yaptıracakları da Ay gibi ortaya çıkıyor. Tabii yapılan entrikalar da ayın karanlık kısmında ebedi olarak kalmıyor. Bu nedenledir ki; Hamlet hür fikirlerin hür gerçeklikler ile buluştuğu noktada yer alıyor. Peki oynanan oyunlar bu gerçeklikleri nasıl yansıtacak? Her bir zerresinin kırılarak gökkuşağı oluşturduğu ışık huzmeleri gibi mi? Yoksa Ayın, Güneşin önüne geçerek kendine aitmişçesine geceleri böbürlenerek dolaşması gibi mi? Bu noktada söz simyacısı Shakespeare bize içinde bulunduğumuz mağaranın çıkış noktasını gösteriyor. Kişisel olarak ilk okuyuşumda beni derinden etkileyen bir eserdi Hamlet. Oyun, on yedinci yüzyılın başında Kraliçe I. Elizabeth’in iktidarının son zamanlarında İngiltere’deki sosyo-politik ortamı bir ölçüde yansıtıyor. Oyunun ne zaman kaleme alındığı ve ne zaman ilk kez sahnelendiği hakkında kesin bir bilgi yoktur. Fakat 1607 tarihinde Batı Afrika kıyılarında bir gemide sahnelendiğini belgeleyen deliller bulunmaktadır. Shakespeare’in pek çok oyununda olduğu gibi Hamlet’te de konu özgün değildir ve başka kaynaklardan alınmıştır. Buna rağmen olayların işleniş biçimi ve dil özelliklerinin kullanılması yönleriyle bu metin, diğer eserlerden ayrılmaktadır. Oyunda olay akışının en hareketli yeri Hamlet’in annesinin babasının gizemli ölümünden sonra amcasıyla evlenmesi ile başlıyor. Hamlet ise bu ölümle ilgili sır perdesini aralamak için uğraşıyor. Bu tiyatral metnin sonunda öğrenilenler ise ne beklenene ne de olması gerekene benziyor. Bu şekilde de yaşamın özü ve rekabet mücadelelerine çarpıcı bir şekilde değiniliyor.
- Çanakkale Zaferi'nin Görünmeyen Yüzü
Çanakkale Savaşı yalnızca cephede, top tüfekler ile kazanılan bir zafer değildi. Bir milletin irade, direnme gücü, milli duygular ve fedakarlığının kanıtı olan bu zafere adını kazımış bir doktor olan Doktor Tarık Nusret ve daha fazlası gibi gün yüzünde olmayıp bu vatan için kendi evladını feda etmiş insanların hakkıdır ilelebet cumhuriyet. 6 Ağustos - 22 Ağustos tarihleri arasında yaklaşık 18000 şehit verilmişti, bunun en büyük sebeplerinden birisi ordunun elinde yeterince bulunmayan, yaralılara ilk yardım sonrası ameliyat etmeye hazırlamak için kullanılan "morfin" isimli ağrı kesiciydi. Doktor Tarık Nusret'in nöbette olduğu bir gün yaralılar hızlı bir şekilde sedyelere alınıp ilk müdahale yapılıyor, yaşama olasılığı yüksek olan kişilere morfin uygulanıyor diğer kişiler ise yeterince morfin bulunmadığı için ölüme terk ediliyordu. Doktor Tarık Nusret önüne gelen hastaları ölüme terk ederken duygularına yenik düşmemek için gelen hastanın yüzüne asla bakmazdı, her şey rutin bir şekilde ilerlerken önüne kurtulma ihtimali düşük olan bir hasta geldi ve doktor morfin uygulamayı uygun bulmadı. Tam askerlere onu alıp götürmelerini söyleyecek iken yaralıdan bir ses yükseldi "Baba benim tahsin..." Oğlu savaştan ötürü aylardır eve gelmeyen Tarık Nusret oğlu ile aynı cephede savaştığını yeni öğrenmişti. Askerlerden oğlunu gölgelik bir yere götürmelerini istedi ardından gelen diğer yaralı askerlere rutin işlemleri yapmaya devam etti. Günün ilerleyen saatlerinde yoğunluk azalınca oğlunun yanına giden doktor oğlunun çoktan hayatını kaybettiğini fark etti. Oğlunun cesedine sarılan Tarık Nusret'in "O ilaç senin hakkın değildi, ruhun şad olsun oğul" sözleri bize anlatıyor Çanakkale'nin ne kadar şanlı ve zorlu bir zafer olduğunu, oğlunu feda eden babalar, sevdiklerine bir daha kavuşamayan insanlar ve Çanakkale Zaferi'nin görünmeyen bütün kahramanlarını onur ve şeref ile anıyorum.