Felsefe, varlığın kendi kendini düşünmesi işidir. W. F. Hegel felsefenin amacının tüm gerçekliği veya kendi deyimiyle “Mutlak Ruhu” anlayabilmek için kavramsal bir sistem geliştirmek olduğunu söyler. Bu amaca yönelik ortaya atılan önermelerle sağlanan ilerleme diyalektik süreçten geçer. Bu yaklaşımda gerçeklik kavramları giderek daha geçerli kavramlarla değiştirilir ve bu sayede gerçekliğe yaklaşılır. Peki, gerçekliğe ulaşmak için Kant, Platon, Sokrates, Heraklitos, Marx gibi birçok filozof tarafından bir yol olarak görülen diyalektik nedir, diyalektik süreç nasıl işler?
Diyalektik kelimesi, Fransızca tez ve antitezle akıl yürütme yöntemi, münazara anlamına gelen “dialectique” sözcüğünden dilimize geçmiştir. İlk defa Yunan filozof Elealı Zenon (MÖ y. 490-y. 430) tarafından kullanılan dialektikē teχnē διαλεκτικη (τεχνη) deyimi ile “diyalektik” sözcüğü ile karşılaşıyoruz. Bu kavram, bir görüş ya da tez üzerinden yapılacak tartışmalar neticesinde, mantıksal sonuçları kullanarak bu tezi inceleme ve çürütme sürecine denir. En basit haliyle ise diyalektik, karşıtlıkları kullanarak gerçekleştirilen akıl yürütme biçimidir. Bir görüşü veya bir tezi olumlu ve olumsuz tüm özelliklerinden ayrı olarak düşünme işidir.
Diyalektik farklı yönlerden de olsa tüm İlk Çağ filozofları tarafından kullanılmış daha sonra ise farklı filozoflar tarafından ele alınıp geliştirilmiştir. Oluş ve değişim kavramlarını duyduğumuzda aklımıza gelen ilk filozof olan Heraklitos'un "Aynı ırmakta iki kez yıkanılmaz." sözü ile diyalektiğin ilk tanımı yapılmıştır. Aristoteles’e göre diyalektiğin babası Heraklitos değil Elealı Zenon'dur. Zenon, diyalektik yöntemini kullanarak hareketin olanaksızlığını gösterir. Ona göre evrende görülen çokluk ve çeşitlilik yanıltıcıdır. Ancak diyalektik en kapsamlı haliyle Hegel tarafından ele alınmıştır.
Hegel’in felsefesi genel olarak incelendiğinde diyalektik kavramının onun düşüncesinin temelini teşkil ettiği görülecektir. Hegel’e göre diyalektik, “Mutlak Ruhun” tez-antitez-sentez diyalektik üçlü hareketiyle gerçekleşmesi ve bunun bu yolla anlaşılması süreci olarak tanımlanır. Aslında diyalektik biçimsel olarak bir üçlemedir: Herhangi bir kavramın (tezin) kendi içerisinde çatışan öğeleri (antitez) olacağı ve bunun çözüme doğru ilerlenerek (sentez) aşılabileceği savunulur. Buradan anlaşılacağı üzere herhangi bir kavram ya da tez gerçeği anlamak veya betimlemek için yeterli olmayacaktır. İlk kavramın tam tersini savunan tutarsızlıklar (antitez) içerecektir. Bu tutarsızlığın çözümü, hem tezi hem antitezi barındırabilen ama aradaki tutarsızlığı çürütebilecek bir senteze varmaktır. Bu döngü asla sonlanmaz. Sentez, yeni bir teze dönüşür ve içinde yeni bir antitez oluşur, böylece bir sonraki senteze gidilir. Hegel’e göre diyalektik süreç, “Mutlak Ruh” kendi kendinin farkına varıp saf özgürlüğe ulaşana kadar sürüp gider. Yani düşünce ve varlığı aynı kefeye koyan Hegel, düşünceden yola çıkarak diyalektik süreci “maddeleşmiş bir fikir” olarak gördüğü evrenin hareketine yöneltmiştir. Diyalektik, bütün düşüncenin gelişim sürecini kapsar, Hegel gibi düşünce ve varlığın özdeş olduğunu düşünürsek diyalektiğin tüm varlık ve evrenin gelişim süreci olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Eğer gerçek dediğimiz şey varlığın gelişim sürecinden meydana geliyorsa kesin olan bir gerçeğe ulaşmak mümkün müdür? Peşinden koşturup durduğumuz bu “gerçeklik” nedir tam olarak?
Hegel, insanın kendisinin yaratmadığı ve insandan bağımsız olan bir dünyayı deneyimlediğini ve bilgi olarak bu dünyanın bilgisini edindiğini kabul eder. Bu doğal dünya yine de bütünüyle zihnin eseridir fakat burada bahsedilen zihin insanların zihinleri değil, insandan başka bir zihindir. Sonlu ve sınırlı bir birey olarak insanın zihni, dünyayı meydana getiren ve bilginin konusu olan nesneleri/gerçekliği meydana getirebilecek güce sahip değildir, bunlar başka bir zihnin eseri olabilir ki bu Hegel'e göre mutlak bir özne, mutlak bir zihin ya da akıl ya da tin'dir. Gerçeklik ve onu var eden “Mutlak Ruh”, insan bireylerin zihninden bağımsız olarak vardırlar; ancak insan zihni, bu mutlak zihni gene de kısmen kavrayabilir ve bu kavrama diyalektik süreç ile mümkündür.
Hegel’in düşünce sisteminde gerçeklik, diyalektik olduğu için hem aynı hem başkadır yani gerçeğin kendisi diyalektiktir. Bu doğrultuda, Hegel’in varlık sınıflandırması akla gelir, ona göre varlık üç çeşittir: “Kendinde”, “kendi için” ve “kendi yanında”. Kendinde olan, kendi kendisiyle özdeş gerçekliktir. Örneğin “A = A”. Dolayısıyla, ‘kendinde’ olan, hiçbir biçimde kendinden çıkmamış, kendine yabancılaşmamış veridir. ‘Kendinde’ olan, bir anlamda, kendinden hiçbir şey bilmez. Tohum, tohum olarak kaldığı müddet, gerçekte ne olduğunu ne kendisi ne biz bilebiliriz. İçinde taşıdığı gücün farkına varıp ağacı ortaya çıkarmadıkça köke, fidana, gövdeye, dala, çiçeğe, meyveye gerçekleşme olanağı tanımadıkça, varlığını “tohum = tohum” biçiminde devam ettirecektir.
Bir tohum olarak hepimiz kendi özümüzü içimizde taşıyoruz ve bize yönelik her etki mutlaka kendi tepkisini (antitez) ortaya çıkarıyor ve bu döngü yaşamımızın sonuna kadar devam edecek yeni bir düzenin kapısını aralıyor ama şunu unutmamak gerekiyor, filizlenme potansiyelimiz var, bununla yetinmeyip bir ağaç olabiliriz. Dallarımızda yetişen bir çiçek bir sanatçıya ilham olabilir, bir meyve bir hastalığa şifa olabilir veya bir sincabın evi olabiliriz. Hepimiz içimizde bir renk barındırıyoruz; kimimiz sarı bir limon ağacı, kimimiz kırmızı bir çilek, kimimiz beyaz bir zambak… Her geçen gün grileşen bahçemizi renklendirmek bizim elimizde. Küçücük tohumlar büyük etkiler yaratabilir.
Kaynaklar
Ege, R. (2006). Diyalektik. Felsefe Ansiklopedisi, 4, 576-604.
Loewer, B. 30 Saniyede Felsefe.
Comments