Arama Sonuçları
"" için 149 öge bulundu
- Çin ile Tayvan Arasındaki Gerginlik
Çin nasıl Tayvan üzerinde hak iddia edebiliyor noktasına geldiğimizde ilk olarak Tayvan Adası'nın tarihine ve konumuna bakmalıyız. Tayvan Adası, Çin kayıtlarına göre ilk olarak MS 239'da bir imparatorun bölgeye keşif kuvvetleri göndermesiyle keşfedildi. Bugün Çin Hükumeti'nin ada üzerinde hak iddia etme sebeplerinden birisi de Tayvan Adası'nın Çin kayıtlarında geçiyor olmasıdır. Tayvan, 1683'ten 1895'e kadar Çin'in Quing Hanedanlığı tarafından yönetildi ve 17. yüzyıldan itibaren Çin'den oldukça fazla göç aldı. Çin Hükümeti tarafından, bu tarihlerde Çin'deki kargaşadan kaçanların çoğunun Hoklo ve Hakka Çinlisi olduğu iddia edilirken bu iki grubun günümüzde Tayvan'ın nüfusunun büyük bir kısmını kapladıkları belirtildi. 1895'te Japonya ile Çin arasında gerçekleşen savaşı kaybeden Çin, Tayvan'ı Japonya'ya bıraktı. 2. Dünya Savaşı'nda Japonya'nın teslim olması ile Tayvan, savaşın galiplerinden olan Çin Cumhuriyeti tarafından ABD ve İngiltere'nin de onayı ile yönetilmeye başladı. Ancak 1940'larda Çin'de patlak veren iç savaş ile Çin ve Tayvan birbirinden ayrılmış oldu. Çin Komünist Partisi 1949'da iktidarı ele geçirdi ve günümüz Çin Halk Cumhuriyeti'ni kurdu. Çin Milliyetçi Partisi (Kuomintag) Tayvan'a yerleşip 1912'de kurulmuş olan Çin Cumhuriyeti iktidarının Tayvan'da devam ettiğini ilan etti. Bu durum Çin tarafından kabul edilmese de Tayvan temsilcileri 1971'e kadar Birleşmiş Milletler'de Çin'i temsil etti ancak 1971'de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Çin'in tek temsilcisinin Çin Halk Cumhuriyeti olduğunu kabul ettiklerini açıkladı. Tayvan bu açıklama ile uluslararası arenada tanınmamaya başladı. 1980'lerde Çin "1 ülke, 2 sistem" sloganıyla Tayvan'a birleşmeyi teklif etti ve birleştikleri durumda Tayvan'a önemli ölçüde özerklik verileceğini söyledi. Tayvan teklifi reddetti ancak Çin'e uyguladıkları yaptırımları da büyük oranda azalttı. Çin Halk Cumhuriyeti'nin Tayvan'ın Çin Cumhuriyeti olarak meşru olmadığı hakkındaki baskısı ile resmi olarak herhangi bir lider Tayvan ile görüşemiyordu. Bu Tayvan'ın tanınırlığı adına büyük bir problemdi. 2000 yılında Tayvan, başkan olarak Chen Shui-bian'ı seçince Çin, Tayvan'daki en ufak bir ayaklanmaya karşı tetikteydi. 2004 yılında Chen Shui-bian'ın tekrar seçilmesiyle Çin Halk Cumhuriyet'i "Tayvan'ın kendisinden ayrılması durumunda barışçıl olmayan yollar kullanma hakkı" olduğunu söyleyen bir yasa çıkarttı. Bunun sebebi Tayvan'ın başkanı Chen Shui-bian'ın Tayvan bağımsızlığını destekliyor oluşuydu. 2008'te Çin ile ilişkileri iyi tutmak isteyen Ma Ying-jeou seçildi. 2016 yılında ise şu an başkan olan Tsai Ing-wen seçildi. Tsai Ing-wen'in liderlik ettiği parti, Tayvan'ın bağımsızlığı için kurulmuş olan Demokratik İlerici Parti idir. Peki, bunca yıllık gerginlik neden şu an daha açık ve yoğun olarak görülüyor? Yukarıda da bahsettiğim gibi en son seçilmiş ve hala başkan olan Tsai Ing-wen'in liderlik ettiği partinin Tayvan'ın bağımsızlığı ilkesini benimsemiş olması, Çin'in rahatsız olmasına sebep oldu. Tayvan'ın yakın tarihte kendisinden ayrılabileceğini düşünen Çin Halk Cumhuriyeti, Tayvan'ın gözünü korkutmak adına; Çin Hava Kuvvetleri'ne ait savaş uçakları, Tayvan Hava Savunma Tanımlama Sahası'na (ADIZ) defalarca izinsiz girdi. Ülkelerin hava sahalarına izinsiz giriş yapmaları günümüz dünyasında ne kadar sık gerçekleşen bir durum olsa da Çin'in yaptığı bu ihlalleri farklı kılan durum, uçak sayısının oldukça fazla olmasıdır. Çin; 1 Ekim 2021'de 38, 2 Ekim 2021'de 39, 3 Ekim 2021'de 16, 4 Ekim'de 56 askeri uçağı ADIZ'ı ihlal etti. Tayvan'ın açıklamasına göre 2021 yılında Çin Halk Cumhuriyeti, ADIZ'ı 199 gün boyunca ihlal etti. Bunun üzerine Tayvan lideri Tsai Ing-wen, "Çin'e boyun eğmeyeceğiz, demokratik yaşamımızı sürdüreceğiz." dedi. Çin'in ihlalleri 2022 yılında da devam etti ve 25 Şubat tarihinde Çin'in 9 savaş uçağının ADIZ'ı ihlal ettiği açıklandı. Tayvan'ın kendisinden bağımsız bir ülke olmasını istemeyen Çin, bunun için her şeyi yapacak gibi duruyor. Sizin bu konu hakkındaki görüşleriniz nelerdir?
- On The Way To The Republic: Barbados
Barbados, which passed to the Republican administration, announced its first elected president. Dame Sandra Mason was elected to a historic role today by members of the Caribbean nation's Lower House and Upper House of Parliament. In September 2020, the government of Barbados announced that by November 2021 at the latest, the country would officially end its current status and become a republic. Barbadian Prime Minister Mia Mottley announced, in May 2021, the establishment of a Republican Status Transition Advisory Committee (RSTAC) with the mandate to plan and manage the transition of Barbados from a constitutional monarchy to a republic by 30 November 2021. In defending the government's position on the development, the Prime Minister stated that, “The time has come to fully leave our colonial past behind. Barbadians want a Barbadian head of state” and that, “This is the ultimate statement of confidence in who we are and what we are capable of achieving. Hence, Barbados will take the next logical step toward full sovereignty and become a republic by the time we celebrate our 55th anniversary of independence.” Further, the Prime Minister announced that, immediately after the transition, Barbados would embark on the process of drafting a new constitution under the leadership of the Attorney General. In order to better understand the development of events, it is useful to look at the past of Barbados. On November 30, 1966, Barbados gained its independence and adopted the Westminster parliamentary system of government. In the post-independence period, the two dominant political parties, the "Barbados Labor Party" and the "Democratic Labor Party", operated together with the Governor-General as the representative of the British monarch with privileged powers. For half a century, the model has experienced relative stability and little change in the constitutional fabric of the state. Indeed, the most notable changes were in 1974, but they did not change existing parliamentary regulations. Against the backdrop of growing political and socio-economic radicalism, black power movements in the English-speaking Caribbean, and the transition of Guyana and Trinidad and Tobago to republics, the Barbados Labor Party administration appointed a Constitutional Review Commission (CRC) in 1977 to consider changes to the Barbados Constitution. . In particular, the commission was accused of proposing changes that would strengthen the democratic character of the state by providing “constitutional protection to multi-party parliamentary democracy that could effectively prevent its destruction.” At the time, it was clear that the governing elite did not expect any deviation from the accepted Westminster model of government. In its 1979 report, the Commission noted that racism in the United Kingdom, the United Kingdom's entry into the European Economic Community, Barbadians' increasing affinity to Africa and their opposition to “an increasingly remote, hereditary, non-Barbadian monarch” informed the need to examine the appropriate constitutional form for the country. The Commission, therefore, concluded that the constitutional monarchy had worked well for Barbados and rejected the argument that the repeal of the Barbados constitution, with a ceremonial president replacing the Governor-General, would in fact radically change current political practices. Until "we already have our own man at the top". The CRC also argued that, contrary to popular opinion, the political reality is that the Governor-General operates under the direction of the Prime Minister and Cabinet, and not at the behest of the monarch. Equally important were regional considerations: the CRC noted that given the times that some Caribbean countries were experiencing, there were legitimate concerns that to embark upon momentous constitutional change would invite potential instability in the body political of the country. Until 1996, another Constitutional Review Commission was appointed, almost unchanged from the previous commission, and no notable effort was made to engage in constitutional restructuring. The 1998 CRC report diverged from the 1979 report: its most important recommendation was that Barbados be a parliamentary republic with a non-executive president, elected by an electoral board of bicameral legislatures. Between 1998 and 2021, there was no further constitutional development, although the Owen Arthur administration (1994-2008) drafted a parliamentary republican constitution in 2004 to repeal and replace the 1966 constitution. At the time, the administration had promised a referendum on the Barbadian President. The government passed the Referendum Law in 2005, but that referendum never took place. In September 2020, it was announced to the public in accordance with what will be done and the targets for 2021 were conveyed. There were two stages of being a republic: the first was to establish the republic, and the second was to prepare a comprehensive constitution. The second phase is aimed to be carried out within 1 year after November 2021. The first step is almost done. Dame Sandre Mason, the 72-year-old unanimously elected judge and former ambassador, is the new president. She will be the first president in the 55th year of Barbados' independence.
- İstifleme İçgüdüsü: Diyojen Sendromu
Çöp toplayıp biriktiren insanlar... İstif yapan, çokça eşyası olmasına rağmen hiç yokmuşcasına arayış içinde olan insanlar... Evet, çoğumuz bu bireyler ile bir arada bulunmak istemiyor ve normallik algımıza uymadığı için onları toplumdan ve sosyal yaşamdan gittikçe uzaklaştırıyoruz. Peki ya onlar? Bizim onları uzaklaştırma çabamız onları dibe mi çekiyor, psikolojik baskı zoruyla normalleşmeye mi itiyor? Diyojen sendromu günümüz şartlarında da çokça görülen bireyin çöp biriktirme, istifleme ve yalnızlığını bu yığınlarla doldurma düşüncesidir. Adını kendini toplumdan uzaklaştırıp soyutlayan filozof Diyojen'den almıştır. Bir tür davranış bozukluğu olan Diyojen Sendromu, genelikle ileri yaştaki bireylerde ilgisizlik ve yalnızlık sebebi ile ortaya çıkar. Sosyal ilişkileri pek iyi olmayan bu bireyler, sendromun etkisiyle yavaş yavaş içine çekilir ve dış dünya ile bağını kesmeye başlar. Bu sendroma sahip bireyler dış görünüşlerindeki ilgisiz görüntü, beraberinde gelen koku ve hijyen yoksunluğundan kaynaklı hastalıklar ile çoğu zaman uzaktan fark edilirler. Bu sendroma sahip bireylerin yargılanıp dışlanılmak yerine alanında uzman bir psikiyatr ya da psikolog tarafından destek almaları gerekmektedir. Birey tedaviye engel olup zorluk çıkarttığı takdirde kliniğe yatırılıp tedavisi bu şekilde devam edebilmektedir. Uzmanın görüşüne bağlı olarak ilaç desteği de alınabilir ancak genellikle sözlü terapi tercih edilmektedir. Şimdi başa dönecek olursak; bizler bu sendroma sahip bireyleri fark edip uygun medikal tedaviye yönelmesi konusunda ikna etmeli, onları kendimizden ve toplumdan uzaklaştırıp daha da dibe çekmemeliyiz. Onlara yalnız olmadıklarını ve destek olduğumuzu hissettirmeli, buna uygun eylemler gerçekleştirmeliyiz.
- ASIL SANAT
Çoğu yerde adı geçen, bu yazımın kategorisinde bile bulunan sanat, aslında tam olarak ne ? Herkesin bahsettiği gerçek sanat sadece dünyaca ünlü sanatçılar tarafından icra edilen sanat eserleri midir? Yoksa sanatın büyüğü küçüğü olmaz denilerek her sanatçının eserine bir başyapıt olarak mı yaklaşmak gerekir ? Sorulara kısaca cevap vermem gerekirse, hayır. Sanat, her şeyden önce insanı diğer canlılardan ayıran beyin aracılığıyla gerçekleşir. Sanatın net bir bilimsel açıklaması yoktur. Tek bilimsel açıklaması sanat eserlerinin insanlar üzerindeki etkileridir. Bir sanat eseri, insanı psikolojik anlamda etkiler, ufkunu açar ve ilham kaynağı olur. Peki ya bu sanat eserlerindeki derin duygulara ve sanata nasıl ulaşılır? Kişinin ufkunu açan, hayata farklı pencerelerden bakmasını sağlayan sanat duygusu nasıl oluşur ? Sanat yüce bir şeydir. Eserleri yalnızca fiziksel olarak orada bulunmaz. Mana, bir çıkış noktası, hissedebilmek, o eseri gözler önünde tasvir edilince kişinin hayalinde meydana gelen duygular, yaşanmışlıklar ve bütün yaşanan duyguların sonucunda artan ilham... 1.görüş: Sanat eserlerini oluşturan sanat duygusu, toplumlar üzerinde o kadar etkilidir ki toplumları etkilemekle kalmaz onları yönetir, toplum için yapılır ve yapılmalıdır. 2.görüş: Sanat o kadar yücedir ki ancak sanat için yapılabilir. Sanatla uğraşan insanların hemfikir olamadığı iki ayrı düşünce. Sanat için mi sanat ? Toplum için mi sanat ? Sanat için hissetmek ve ilham gerekir. Sanat yücedir. Sanat toplumları etkiler ve geliştirir. Günümüzde sosyo-kültürel anlamda gelişmiş ülkelerin sanatsal faaliyetleri diğer ülkelere oranla çok daha fazladır. Her şeyi bir arada tutarak şöyle denilebilir ki; sanat, toplumu gözeterek sanat için yapılan sanattır. Her iki görüşün birleşmesi denilebilecek bu düşünce yapısı bana kalırsa günümüzde yaşanan toplumsal sıkıntıları aşmak için ve gerçek sanatı korumak için benimsenmesi gereken gerçekçi bir düşüncedir. Bir sanat eserini oluşturan sanatçı, sanatın hangi dalında olursa olsun fiziksel hareketlerde bulunması gerekir. Sanatçıyı değerli kılan nokta yaptığı eylemleri hissederek yapmasıdır. Aslında sanat herkesin içinde vardır. Sanat her insanın kendi içindeki benliğindedir. Dünya'nın en ama en donanımsız insanında bile bir sanat söz konusu olabilir. Her insanın derinliklerinde yatan bu sanat duyguları, herkesin parmak izlerinin farklı olması kadar farklıdır. Fiziksel özelliklerimizin bir olmaması gibi içimizde yatan benliğimiz de tamamen farklıdır. Herkes sanat duygularını kendi benliği içinde görür, duyar, kokusunu içine çeker ama herkes o duyguları yansıtamaz. Yansıtmak istese, sanat dallarının tekniklerini öğrense, yaptığı yalnızca mekanikleşmiş anlamsız hareketlerden ibaret olur. Kişinin içindeki sanat duygularını yansıtabilmesi için sanatçı ruhuna sahip olması gerekir. Sanatçı ruhunun doğuştan gelen bir yetenek olduğu düşünülür. Bu yetenek teknik anlamda beceriden çok ruhsal ve duygusal anlamda kendini gösterir. Her insan sanatsal duyguları hisseder ama herkes sanatçı olamaz. İşte sanat herkesin hissedebildiği ama herkesin yansıtamadığı yüce bir anlamdır.
- Teknolojinin Gelişimi ile Yarının Araçları
Teknolojinin hızla gelişmesi ile çağa ayak uyduran taşıtlar gelecekte nasıl görünecek? Bu sorunun cevabını yakında göreceğimizi varsayarsak bizi nelerin beklediğini merak etmek en büyük hakkımız. Etrafımızdaki her şey değişirken arabaların aynı kalması beklenemezdi. Kendi başına ilerleyebilen bir araba fikri 1769 yılından bu zamana kadar olan gelişmeler ile birlikte bizi her ne kadar şaşırtsa da belli ki şaşırmaya devam edeceğiz. İşte yıllar sonra sokaklarda göreceğimiz arabalar; HYPERLOOP Hyperloop ya da Türkçe çevirisiyle hız yuvarı, Elon Musk tarafından tapray teknolojisi ile geliştirilmekte olan üst düzey bir hızlı ulaşım aracıdır. Hyperloop, size yere değmeyen ve tüpün bir miktar havası alındığı için sürtünmesiz ortamda büyük hızlara ulaşabilen bir kapsül içinde seyahat etmenize olanak sağlıyor. Saatte 1200 km hıza ulaşabilen bu kapsüller sayesinde Los Angeles ile San Francisco arası 30 dakikaya kadar iniyor. Bu müthiş kısa bir süre çünkü aynı yolu uçakla gidiş 1 saat 15 dakika sürüyor. Hyperloop’un enerjisini güneşten alması çevreci olmasıyla birlikte insanların ulaşıma daha az para ödemesine olanak sağlıyor. Sloganı ise: "Uçak kadar hızlı, tren kadar ucuz." UÇAN ARABALAR Uçan arabanın hayali uzun zamandır aklımızı süslüyor. Peki gerçekten uçan arabalar geleceğimizde yer alacak mı? Japon otomobil yöneticisi Toyota, uçan otomobiller üzerine çalışan Cartivator grubuna şimdiden 385 bin dolarlık bir yatırım yaptı. Volvo ise İsveç'in Göteborg şehrinde bulunan global bir lüks araç ve farklı otomobil segmentlerinin markası ve bu alanda çalışmalar yürüten Terrafugia şirketini satın aldı. Bu da demektir ki; evet, gelecek üstümüzdeki araçlarla geçecek. Terrafugia, Amerika Birleşik Devletleri yapımı bir uçak otomobildir. İlk uçuşunu 5 Mart 2009'da çoktan gerçekleştirdi. Amerika Havacılık Dairesinden resmi onayını aldı ancak onay, aracın sadece uçak olarak kullanılmasını sağlıyor. Araba gibi yollara çıkabilmesi için izni bu sene, 2022 yılında alınması bekleniyor. Yani yakın bir zamanda, okullarınıza gitmek için kullandığınız servisin modası geçmiş, onun yerini uçan arabalar almış olabilecek. SÜRÜCÜSÜZ(OTONOM) ARABALAR Otonom araba ya da bilinen bir diğer adıyla robot araba, çevresini algılayabilen ve insan desteği olmadan hareket edebilen bir otomobil türüdür. Kısacası, son zamanlarda herkesin ağzında dolanan sürücüsüz arabadır. Böyle arabalar çeşitli ölçüm birimlerini (radar, bilgisayar görüşü, sonar, GPS, vb.) kullanarak çevrelerini algılarlar. Bu da beraberinde bir sürü fayda getirir. Maliyeti azaltmak, güvenliği artırmak, insanların beğenisini yükseltmek, kazaların önlenmesinde katkıda bulunmak ise bunlardan sadece birkaçı. Otonom arabaların gelecekte karşımıza çıkmasına kesin gözüyle bakılıyor. Hatta İskoçya'da sürücüsüz otomobiller yasal hale geldi. Fakat yaygın olarak başlanmasının 2030 yılını bulacağı söyleniyor. Bu da tabii ki aklımıza şu soruyu getiriyor:" Araçları sürmekten para kazanan onca insana ne olacak?" Belli ki bu soruyu aklına getiren tek kişi ben değilim çünkü araç kullanan 3 sürücüden 2'si ya otonom araçlara karşı ya da tedirgin. Tedirginliklerinin sebepleri arasında aracın bir yapay zeka tarafından yönetilmesinin getirdiği güvensizlik duygusu, aracın başkaları tarafından ele geçirilerek kontrol edilmesi ve yaşanabilecek kazalardan sorumlu tutulacak olanın araç sahibi olması gibi farklı sebepler de var. Geleceği ve olacakları bilemeyiz. Geleceği tahmin etmenin en iyi yolu onu yaratmaktır.- Peter Drucker
- Depersonalizasyon Nedir? Depersonalizasyon Belirtileri Nelerdir?
Depersonalizasyon; günümüzde hala nedeni tam aydınlatılabilmiş olmayıp kimi üstesinden gelinememiş, onarılamamış travmalardan -travmalar sadece büyük, başkalarına göre atlatılması zor olaylar değildir, bize normal gelen bir olay başkası için tetikleyici olabilir- ve kimi geçirilen ağır depresyon ve stresten kaynaklanan, kişinin kendini ve fikirlerini tanıyamaması, sanki kendini robotlaşmış ve dünyayı başkasının gözünden izliyormuş gibi hissettiren bir psikolojik rahatsızlıktır. İlk kez Ludovic Dugas tarafından 1898 yılında teknik anlamda ismi geçen depersonalizasyon, her 100 insandan birinde görülebiliyor. Depersonalizasyonun Olası Belirtileri Nelerdir? Kendine yabancılaşma, tanıyamama Kendinden kopmuş hissedilmesi Kendini değil de başkasını izliyormuş hatta robotlaşıp kimliksiz olduğunu sanıp rüyada sanması Sanki iki karaktere bürünüp birisinden yabancılaşıp kendisini dışarıdan ikinci karakter olarak ana karakteri gözetliyormuş gibi hissetmek Zaman algısında çarpıklık yaşamak "Ben yokum, bu kim tanıyamıyorum... Rüyada gibiyim. Sanki birini izliyor gibiyim." Depersonalizasyon bozukluğu genellikle 16-17 yaş arası ergenlikte yaygındır. Düzgün tedavi ve farkındalık ile semptomları azaltılabilir hatta kimi zaman kendiliğinden yok olabilir. Bu semptomlar artmış hatta atak denebilecek kadar güçlü bir seviyeye ulaştıysa nefes alıp verişleriniz sıklaşacağından kendizi yavaşlatıp beyne kan gitmesini sağladıktan sonra anın gerçekliğini hissettirebilecek şeyler yapın.
- Çakralar ve Hayatımıza Etkileri
Meditasyon, yoga veya reiki ile ilgilenen birisiyseniz daha önce çakraların hayatımıza etkisi olduğunu duymuş olabilirsiniz. Aslında çoğumuz bazı anlarda hayatımıza bir sihirli değneğin dokunup sorunlarımızı, yaşamda olumsuz giden kısımları onarmasını ve mutlu olmayı isteriz. Bu yazıda, çakraların hayatınıza ve enerji alanlarınıza etkilerini öğreneceksiniz. Özellikle çakralarınız dengesizleşirse onları nasıl dengeli hale getirebileceğiniz konusunda da bilgi sahibi olacaksınız. Çakra Nedir? Sanskritçe'de çakra kelimesi disk veya tekerlek anlamına gelir ve vücudunuzdaki enerji merkezlerini temsil eder. Bu dönen enerji çarklarının her biri farklı bir sinir merkezi ve organa karşılık gelir. Sağlıklı bir psikolojik ve fiziksel durum için çakralarınızın dengede ve açık olması önemlidir. Çakralarınız açık değilse bazı semptomlar görebilirsiniz. Omurga boyunca uzanan yedi temel çakra vardır. Bazı insanlar ise bunula birlikte 114 farklı çakranın olduğuna inanıyorlar. 7 Ana Çakra Nedir? Omurga boyunca uzanan yedi ana çakrayı derinden inceleyelim. Kök Çakra Diğer adıyla Muladhara yani kök çakra, omurganızın tabanında bulunur. Size yaşam içinde topraklanarak temel oluşturmuş hissetmenizi sağlar. Böylece zorluklara dayanma gücünüzü artırır. Kök çakra, topraklanmadan sorumlu olduğu için yaptığınız işlerde istikrarlı olma durumunuzdan sorumludur. Yaşama ve inandığınız değerlere karşı güvenden sorumludur. Sakral Çakra Diğer adıyla Svadisthana yani sakral çakra, göbek deliğinizin hemen altında bulunur. Bu çakranın alanı cinsel ve yaratıcı enerjidir. Aynı zamanda kendiniz ve diğerleriyle kurduğunuz ilişkiden sorumludur. Cinsellikte ve kendinizi doğru ifade edebilmenizi sağlar. Duygularınızın da farkında olmanıza yardımcı olur. Sakral çakranız dengesiz olduğunda yaşama uzaklaşabilir ve öz güven konusunda problemler yaşayabilirsiniz. Solar Pleksus Çakra Diğer adıyla Manipura, mide bölgenizde bulunur. Güven ve benlik saygısının yanında hayatınızın kendi kontrolünüz altında olup olmamasından sorumludur. Başarma ve kazanma enerjisi solar pleksus çakrasından gelmektedir. Kalp Çakrası Diğer adıyla Anahata, kalbinizin yakınında göğsünüzün ortalarında bulunur. Kalp çakrası adından da anlaşılabileceği üzere sevme ve şefkat yetisi ile ilgilidir. Kalp çakra, hayatınızın her alanına sevme enerjisi aşılar. Yaşam enerjisiyle dolan kalp çakrası, yaşama olan sevgimizi ve isteğimizi de artırır. Tüm benliğiyle kendini ve diğerlerini sevmeyi sağlar. Kalp çakrası açık olan bir insan, hayatındaki insanları iyi analiz edebilir ve ona iyi gelecek kişileri yakınına alır. Boğaz Çakrası Diğer adıyla Vishuddha, boğazınızda bulunur. Bu çakra, sözlü iletişim kurma becerinizden sorumludur. İnsanların düşünceleri, eylemleri ve duyguları arasında bağlantı kurmayı sağlar. Boğaz çakrası, insanın dürüstlüğünden de sorumludur. Boğaz çakranız dengeliyse düşüncelerinizi ve duygularınızı özgürce ifade edecek gücü bulursunuz. Üçüncü Göz Çakrası Diğer adıyla Ajna, gözlerinizin arasında bulunur. Güçlü bir içgüdüden Ajna sorumludur. Bunun nedeni, üçüncü gözün sezgiden sorumlu olmasıdır. Yaşadığımız olayları enerji boyutunda algılayıp anlamamızı sağlar. Yaşam farkındalığından sorumludur. Ayrıca rüyalardan da sorumludur. Taç Çakra Diğer adıyla Sahasrara, başınızın üstünde bulunur. Taç çakra, kendinizle, çevrenizle ve evrenle olan ruhsal bağlantınızı kontrol eder. Hayat amacınızı bulmanıza yardımcı olur. Taç çakra, değer yargılarından sorumludur. Taç çakra dengesizse çevreye ve hayata karşı güvensizlik oluşur ve maddi şeylere fazla anlam yüklemeye sebep olur. Taç çakranın dengesizliği kişinin hiçbir yerde kendisini iyi hissetmemesine ve boşlukta hissetmesine sebep olur. Çakralar ile ilgili temel bilgileri öğrendiğiniz bu yazı sonrasında hayatınızı gözlemleyerek dengesiz olan çakralarınızı bulabilirsiniz. Çakra dengelemek ile ilgili bilgiler için sitemizi düzenli olarak kontrol etmeyi unutmayın.
- Müzik Ruhun Gıdasıdır!
Müzik her yaştan insan grubuna hitap eden bir sanattır. Her anımıza eşlik eden ve uyum sağlayan bir yol arkadaşı gibidir. Üzgün olduğumuzda, odaklanmak istediğimizde, heyecanlandığımızda ya da en mutlu günümüzde, her ruh halimize göre farklı müzik türleri dinleriz. Bazen dinlediğimiz müziklerin bir anısı vardır. Bazen de bizi gerçek hayatta yapamayacağımız hayallerimize ulaştırır. Asıl konumuz ise müziğin insanlar üzerindeki etkisi. Müziğin bize sağladığı faydalar saymakla bitmez, buna örnek olarak şunlar verilebilir: Müzik ilham kaynağıdır. Duygusal tarafımızı ve kreatif yönümüzü harekete geçirir. Müzik akademik anlamda fayda sağlar, karmaşık sorunların çözümüne yardımcı olur. Yapılan araştırmalara göre, akademik başarı seviyesi yüksek öğrencilerin %86'sı müzik dinleyerek ders çalışmaktadır. Müzik bedensel hareketleri geliştirir. Müzik dinlemek insana huzur verir ve öfkeyi dindirir. Müzik, aşk ve sevgi duygusunu kuvvetlendirir. Müzik; insanın özgürleşmesini sağlar, en basitinden bir konsere giden insanları ve konser sırasında kendilerini müziğin ritmine verdikten sonraki davranışları bile bunu kanıtlayabilir.
- Testing on Animals and Alternative Experimentation Methods
Which one of us would like to be an occasion for the torture of innocent animals for the sake of a lipstick or a mascara? Unfortunately, some unscrupulous companies advocate experimenting on animals. Personally, I believe companies prefer to do experiments on animals because it is a cheaper and easier way to do it. There is no need for all this torture and degradation of nature because it will be cheap. Safety of Experimented Products First of all, animal experiments rarely guarantee that medicines and other products are safe and effective for humans. For example, Thalidomide, has passed as the blackest stain in the history of medicine. Due to this medicine, the babies' hands and feet could not develop, blindness and deafness were also observed in infants although it has been tried on lots of animals without any negative effects. However, when it was released to the markets, it led to serious deformities in humans. Secondly, harming any living creature, which has feelings and senses, is ethically wrong. There is no difference between humans and animals when it comes to causing harm and pain; we all suffer and none of us want to be held captive and tortured. If it is ethically wrong for people to be subjected to experiments and torture without consent, then it is also wrong to do this to an animal who can't explain his feeling by talking like us. They only can show us their thoughts or emotions by their behaviors. Substitute Methods Thirdly, we do not need torturing when there are alternative methods that exist: In Vitro Testes In Vitro Testes involves testing drugs and chemicals on a cell that is produced in a laboratory environment, rather than testing them on animals. Tissue Organ Baths Recently, animal experiments have been replaced by tests on human tissue samples, as drug effects and side effect studies have given more accurate results. Human tissue samples are obtained from pieces of tissue removed from humans after surgery. It's a more reliable method than animal experiments. In Sliko techniques Tests of this type are based on simulations of the body, organs created using computer programmes, and sometimes mathematical equations. Computer programmes and mathematical equations help to understand the basic principles of biology. Last but not least, as sensitive human beings, our job is to check our shampoos and makeup whether animals were tested on during the production. Never say: "I believe in my makeup brand." before checking them. Even the big companies can be unexpected.
- Pygmalion Etkisi Nedir?
“İyi düşün iyi olsun.” veya “Akıllıya kırk gün deli dersen deli olur.” sözlerini günlük hayatta mutlaka hepimiz bir kere duymuşuzdur. Her ne kadar atasözü deyip geçsek de aslında psikolojide bu sözlerin bir karşılığı var: Pygmalion Etkisi. Pygmalion etkisi veya kendini gerçekleştiren kehanet, ilk olarak sosyolog Robert K. Merton tarafından ortaya atılmış; kişinin, başkalarının onun üzerine sahip olduğu beklentilerine göre kendisi hakkındaki düşüncelerini ve davranışlarını geliştirmesi durumudur. Bu durum oluşurken önce başkaları, kişi hakkında herhangi olumlu bir ön yargıya sahip olurlar. Daha sonra bu ön yargıya göre kafalarında bir beklenti oluştururlar. Bu beklenti ve ön yargılardan yola çıkarak kişiye karşı olan tavırlarını belirlerler. Kişi, bu tavırları fark eder ve kendisi de belli bir noktadan sonra gerçekten de böyle bir insan olduğunu düşünmeye başlar, davranışlarını bu yönde geliştirir. Bu sayede insanlar kişiyi böyle tahmin etmekle haklı çıktıklarını düşünürler ve kişiye bu şekilde davranmayı sürdürürler. Beklenti-davranış-inanç döngüsü böylece sürüp gider. Bu döngüye şu şekilde örnek verebiliriz. İş yerindeki bir patron herhangi bir çalışanın çok akıllı ve çalışkan olduğunu düşünüyor ve görev dağıtımı sırasında ona başarabileceğine inandığı, nispeten biraz daha zor görevleri veriyor. Çalışan ona bu şekilde davranıldığında kendisinin gerçekten de akıllı ve çalışkan olduğuna inanıyor, bu zor görevin üstesinden gelebileceğini düşünüyor ve davranışlarını bu yönde geliştiriyor. Patron ise çalışan hakkında düşüncelerinin doğru çıktığına memnun oluyor ve çalışanına bu şekilde davranmaya devam ediyor. Pygmalion etkisinin buna benzer örnekleri günlük hayatta sık sık karşılaştığımız bir durumdur. Okulda öğretmenlerin öğrencilerle ilk karşılaştıklarında onlar hakkında bir düşünceye sahip olması ve öğrencilere sahip oldukları düşüncelere göre davranmalarıyla öğrencilerin başarı durumların şekillenmesi pygmalion etkisinin günlük hayattaki yansımalarına örnektir. Kaynakça https://www.youtube.com/watch?v=w7ksvoT60Xk https://evrimagaci.org/pygmalion-ve-golem-etkisi-kisilere-yonelik-beklentilerimiz-algilarimizi-nasil-etkiliyor-7944 https://bilimgenc.tubitak.gov.tr/makale/kendini-gerceklestiren-kehanet-beklenti-etkisi https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/557240 https://gonullupsikolog.org/blog/kendi-kendini-gerceklestiren-kehanet-pygmalion-etkisi https://www.duq.edu/about/centers-and-institutes/center-for-teaching-excellence/teaching-and-learning-at-duquesne/pygmalion
- Oksitosin Hormonu Nedir?
Oksitosin hormonu bir diğer adıyla aşk hormonu, hipofiz bezlerimiz tarafından salgılanan ve kişide sadece fiziksel değil psikolojik etkiye de sahip olan bir hormondur. Oksitosin bir memeli hormonudur ve primer olarak beyinde nöromodülatör görevi alır. Halk arasında ise oksitosin aşk, sadakat, güven, cinsellik duygularının temeli olarak bilinir. Aşık olmanızda, ailenize duyduğunuz güvenin arka planında oksitosin hormonun etkisi vardır. Oksitosin hormonu sadece kadınlarda değil, erkeklerde de üretilir. Oksitosin Hormonunun Yararları Nelerdir? Oksitosin hormonunun vücut için birçok yararı vardır. Başlıca yararları: Empati kurmayı kolaylaştırır. Ağrı eşiğini yükseltir. Daha kolay cinsel uyarım sağlar. Kan dolaşımını düzenler. Kortizol seviyesini düşürür. Erkeklerde spermin hareketini sağlar. Kadınlarda anne sütünün salınımını destekler. İltihaplanmayı önler. Bu faydalara ek olarak oksitosin bağırsağı kaplayan prostaglandin E2 (PGE2) salınımını arttır. Bu da bağırsak yaralanmalarına karşı korunmaya yardımcı olur. Oksitosin Hormonu Ne Zaman Artar? Oksitosin hormonu da vücudumuzdaki diğer hormonlar gibi eksikliğini bir şekilde belli eder ve sağlığımız için önemli etkiye sahiptir. Cinsel ilişki sırasında Orgazm sırasında Kadınlarda göğüs uçlarının uyarımında İletişim kurarken Egzersiz yaparken Bu aktivitelerin yanında aynı zamanda gıda takviyeleriyle de insanlarda oksitosin hormonunun artışı gözlemlenir. Oksitosin içeren başlıca besinler şu şekildedir: Protein içeren gıdalar (tavuk, kırmızı et, süt ve süt ürünleri, fıstık ezmesi) Özellikle yeşil yapraklı sebzeler ve muz, elma, çilek gibi meyveler Başta kırmızı biber olmak üzere acı gıdalar Tahıllar (buğday, yulaf, çavdar ve pirinç) Su ve bitki çayları Bazı vitaminler (B6, B2, B1, D vitamini ve A vitamini) Bitter çikolata Oksitosinin Sadakat Üzerinde Bilimsel Bir Etkisi Var Midir? Oksitosin hormonu, erkeklerin hayatlarındaki kadınları çevrelerindeki diğer kadınlardan daha çekici görmesini sağlıyor. 2012’de yapılan bir araştırmaya göre, oksitosin hormonunun erkekleri diğer kadınlardan daha uzak tuttuğu sonucu elde edilmiş. Bunun nedeni ise oksitosinin ödül mekanizması ile ilişkili olmasıdır. Partnerleriyle cinsel ve sosyal olarak aktif olan bireylerde oksitosin hormonu artacaktır ve bu da çiftlerin birbirlerini daha çok arzulamasına sebep olacaktır. 2014 yılında yapılan bir araştırmaya göre, oksitosin hormonunun bir yabancıyla etkileşim ihtiyacını azalttığı düşünülmektedir. Oksitosin Eksikliği Belirtileri Nelerdir? Oksitosin hormonu yeterli olmadığı takdirde dışarıdan hormon desteği alınabilir. Oksitosinin tablet ve sprey versiyonları vardır fakat bunları doktorunuza danışmadan almayınız. Oksitosin hormonu eksikliğinde yaşayabileceğiniz bazı durumlar şunlardır: Mutsuzluk hissi ve depresyon Kaygılı olma durumu Sinirli hissetme, gergin olma Oksitosin Hormonu Eksikliği ile İlgili Hastalıklar Nelerdir? Oksitosin hormonu özellikle kadınlar için çok önemli bir hormondur. Eksikliğinde süt kanallarında problemlere sebep olarak emzirmeyi ve doğumu zorlaştırır. Oksitosin hormonu eksikliği erkeklerde ise üremeyi, bağlanma ve sadakati zorlaştırır. Oksitosin hormonu psikolojiyle bağlantılı bir hormon olduğu için eksikliğinde çoğunlukla psikolojik rahatsızlıklar görülmektedir. Yapılan bir araştırmaya göre oksitosin hormonu eksikliğinde meydana gelebilecek hastalıklar şunlardır: Otizm Şizofreni Duygudurum Bozuklukları Anksiyete Travma Sonrası Stres Bozukluğu Sosyal Fobi Obsesif Kompulsif Bozukluk (OKB) Yeme Bozuklukları
- Panik Atak Nedir? Belirtileri Nelerdir ve Nasıl Önlenebilir?
Panik Atak Nedir? Panik atak, ortada herhangi bir tehlike yokken kişinin kendini tehlike altında hissetmesi sonucu vücudunun heyecanla tepki vermesi olayıdır. Kısaca panik atak, yoğun bir korku olayıdır. Panik atak görülme oranı %2-3 aralığındadır ve kadınlarda erkeklere oranla daha fazla görülür. Birçok insan; belirli zamanlarda kendini korku, endişe, stres altında hissedebilir. Fakat panik atak geçmişi olan insanlar için korku, endişe ve stres durumları düzenli olarak ve genelde bir sebep yokken ortaya çıkarak kişinin yaşamını olumsuz etkiler. Panik Atak Belirtileri Nelerdir? Panik atak, otonom sinir sistemini etkiler. Otonom sinir sisteminin görevi, tehlike anında vücudu "savaş ya da kaç" tepkisi vermektir. Fiziksel olarak vücuda etkileri şu şekildedir: Kalp atışları hızlanır. Göz bebekleri genişler. Tükürük salgısını azaltır. İdrar kesesinin boşalmasını engeller. Panik atak belirtileri yavaş yavaş ortaya çıkar ve yaklaşık 10 dakika sonunda zirveye ulaşmış olur. Belirtiler şunlar olabilir: göğüs ağrısı yutma zorluğu nefes darlığı baygın hissetmek hızlı kalp ritmi titreme terleme uyuşma mide bulantısı Panik ataklar yaşamı tehdit etmez fakat belirtileri kalp krizi ile karıştırılabilir. Bir panik atak sırasında yukarıdaki belirtilerden birkaç tanesinin aynı anda yaşanıyor olması gerekir. Panik ataklar genelde 5-20 dakika aralığında sürer fakat bir saat süren istisna vakalar da vardır. Panik Atak Neden Olur? Panik atağın kesin sebebi tam olarak bilinmemekle beraber bazı durumlar bunu tetikleyebilir: Agorafobi (Bir tür kaygı bozukluğu) Obsesif Kompulsif Bozukluk (OKB) Tramva Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) Yaygın Anksiyete Bozukluğu (YAB) Stres Kimler Panik Atak Riski Altındadır? Bazı faktörler panik atak geçirme oranınızı artırabilir. Bunlar: Ailede panik atak geçmişi olması Çocuklukta yaşanmış istismar Yüksek stres altında yaşamak Ciddi tramvatik olay yaşanması Bebek sahibi olmak Birini kaybetmek Kafein, sigara, alkol ve/veya bazı uyuşturucular kullanmak gibi faktörler olabilir. Bu faktörler dışında başka nedenler de panik atağa sebep olabilir fakat yukarıdaki maddeler risk sahibi olup olmadığınız konusunda iyi birer ipucu olacaktır. Panik Atak Nasıl Teshiş Edilir? Panik atak teşhisinde tıbbi geçmiş ve aile öyküsü önemli bir rol oynamaktadır. Ayrıca bazı fiziki testler de yapılabilir. Kalp krizi riski mi yoksa panik atak belirtisi mi emin olmak için kalbin elektriksel işlevi elektrokardiyogram (EKG) kullanılabilir. Hormonal bir dengesizlik vücudunuzun kalp ritimlerini düzenleme yeteneğini etkileyebilir bu yüzden tiroid hormonunun kontrol edilmesi için kan testleri yapılabilir. Başka bir psikolojik rahatsızlık olup olmadığını anlamak için bir psikolog yardımı alınır. Panik Atak Nasıl Tedavi Edilir? Doktorlar, panik atağın psikolojik bir sebebe bağlı olduğunu düşünüyorsa psikolog yardımı alınmalıdır. Bunlara ek olarak ilaç, terapi ve yaşam tarzında bazı değişiklikler gerekebilir. İlaçlar Panik atak tedavisinde ilaçlar tedavi edici olabilir. İlaçlar, içindeki maddelerin türüne göre paniği önleyebilir, gelecek atakları engelleyebilir. Yan etkisi az olan ilaçlar birinci basamak tedavi yollarındandır. İlaçlar kesinlikle doktor önerisinde kullanılmalıdır. Terapi Psikoterapiler, tedaviye yardımcı olabilir. Örneğin bilişsel davranışçı terapisi ile ataklarla ilgili düşünceler ve verilecek tepkiler değiştirilebilir. Ayrıca gerçek ve algılanan tehditler arasındaki fark kavranabilir. Bu da panik atağa sebep olan tehdit altında hissetme faktörünün azaltılmasına yardımcı olur. Grup terapisine katılmak da korku ve endişe ile başa çıkma mekanizmalarının geliştirilmesini sağlar. Yaşam Tarzı Değişiklikleri Düzenli uyku, fiziksel olarak aktif bir yaşam ve hobiler stres seviyesini azaltan faktörlerdendir. Nefes egzersizleri ve meditasyon yapmak da stres yönetimi için faydalı olacaktır. Alkol, kafein ve uyuşturucudan uzak durmak önemlidir. Panik Atak Nasıl Önlenebilir? Panik ataklar, aniden meydana gelir ve zamanını kestirmek mümkün değildir. Bu yüzden panik atakları önlemek zordur fakat riski azaltmak için genel yaşamda uygulanabilecek öneriler şu şekildedir: Dengeli beslenmek Düzenli egzersiz yapmak Yeterli uyumak Panik atak, önemli bir psikolojik rahatsızlıktır bu nedenle panik atak yaşandığında profesyonel destek almak gerekir. Tedavi olmak, gelecekteki atakları engelleyecektir.