top of page

Arama Sonuçları

"" için 149 öge bulundu

  • KUĞU GÖLÜ HİKAYESİ

    Kuğu Gölü, orijinal adıyla Swan Lake ünlü Rus sanatçı Pyotr İlyich Tchaikovsky tarafından bestelenmiştir. Baleye ilgisi olan olmayan herkes bir kere bile olsa bu eserin adını ve ezgisini duymuştur. Tchaikovsky, bu besteyi yaptığında beste çoğu koreograf tarafından fazla karmaşık olması sebebiyle baleye uygun görülmemiştir ancak koreografisi yapıldığı günden bu yana en ünlü bale eserleri arasında yer almaktadır. Tchaikovsky sadece Kuğu Gölü eserinin değil aynı zamanda Fındıkkıran ve Uyuyan Güzel eserlerinin de bestekârıdır. Bu yazıda Kuğu Gölü eserindeki siyah ve beyaz kuğunun hikayesini işleyeceğiz. Bir gün Odette ( beyaz kuğu) ve arkadaşları kötü kalpli büyücü Rothbart tarafından kuğuya dönüştürülerek bir göle hapsedilir (gölün onlar için ağlayan ailelerin gözyaşlarından oluştuğu rivayet edilir). Bu kişiler yalnızca geceleri insana dönüşebilirler ve büyü ancak bir erkek Odette'ye tüm kalbiyle aşık olursa bozulabilir. Tam da bu süreçte sarayda Prens Siegfried'ın 21. yaş günü kutlanmaktadır. Prensin annesi prense evlilik yaşının geldiğine dair yakınmaktadır. Etraftaki kızlar da çaresizce, dans ederek onu etkilemeye çalışırlar. Ancak hiçbiri Siegfried'ın dikkatini çekmez. Prens okunu ve yayını alarak avlanmaya gider. Göldeki kuğuları görür ve başında taç olan kuğunun zarafeti ilgisini çeker. Bu Odette'dir. Odette prensin ona olan ilgisini fark eder ve ondan yardım istemeye karar verir. Gece olur ve Odette insana dönüşerek prense her şeyi anlatır. Prens bu kısa sürede Odette'nin zarafetine aşık olmuştur. Ertesi gece, kutlamalar devam ederken prensin annesi prense kızlardan birini seçmesini söyler. Oysa Siegfried'ın aklı ve kalbi beyaz kuğuda, Odette'de kalmıştır. Bunu anlayan büyücü kendi kızı Odile'nin (siyah kuğu), Odette'nin insan haline bürünmesini sağlar. Bunu gören prens onu Odette sanarak onunla dans etmeye başlar sonra da Odette kılığındaki Odile'ye aşkını itiraf eder. Gerçek Odette olanları pencereden izler ve ağlayarak göle doğru koşmaya başlar. Prens dışarıda koşan Odette'yi görünce dans ettiği kişinin Odile olduğunu anlayarak Odette'nin peşinden gider ve Odette'ye her şeyi anlatır. Büyücü ve kızı prensin peşinden giderek sözünü tutmasını ve Odile ile evlenmesini isterler. Ancak prens Odile ile evlenmektense Odette ile ölmeyi tercih eder ve Odette'yle beraber suya atlar. Tam bu sırada prensin aşkı sayesinde büyü bozulur ve kuğular insana dönüşür. Prens ve Odette gölde boğularak ölürler. Koreograflar bu hikayeden yola çıkarak müthiş bir eser ortaya koyarlar. Bu eser yıllardır sahnelenmeye devam etmektedir. Kuğu Gölü birçok filme de konu olmuştur. Örneğin Black Swan filmi hırslı bir balerinin psikolojisini anlatırken Kuğu Gölünden ve onun hikayesinden yardım almıştır. Kaynakça https://bernaoduncu.com/kugu-golu-balesi-ve-hikayesi/

  • ABD'DE KÜRTAJ YASAĞI

    İlk olarak 1920 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nde tıbbi bir neden aranmaksınız yasallaştırılan ABD'li kadınların ise yaklaşık 50 yıldır sahip olduğu kürtaj hakkı 2022 yılında Amerika Birleşik Devletleri vatandaşı olan milyonlarca kadının elinden alındı. ABD hükûmeti kadınların yıllarca yaptıkları eylemler sonucu zar zor edinebildikleri kürtaj hakkını eyaletlerin kararına bıraktı. Şu anda ise kürtaj 16 eyalet tarafından yasaklandı ve kalan eyaletlerde de kısa süre içinde yasaklanması bekleniyor. Kürtaj Nedir? Amerika Birleşik Devletleri'nin ve daha birçok ülkenin kadınların elinden almaya çalıştığı kürtaj nedir? En kısa tanımıyla kürtaj istenmeyen veya sorunlu gebeliğin sonlandırılmasıdır. Kürtaj işlemi yalnızca istemli olarak yapılmamakta, düşük sonrası kalan parçalar veya ölü gebelik, boş gebelik gibi durumlarda da uygulanmaktadır. Yani kürtaj için rahmin temizlenmesi de diyebiliriz. İstemli kürtaj istisnai durumlar haricinde gebeliğin 10. haftasına kadar yapılmaktadır. Bunun sebebi 10. haftadan sonra embriyonun yaşamsal faaliyetlerini gerçekleştirmeye başlayarak bir canlı statüsüne erişmesi ve yaşama hakkına sahip olmasıdır. Kürtaj Tartışmaları Kadınların doğal haklarından biri olması gereken kürtaj neden hâlâ tartışma konusu olmakta? Kürtaj geçmişten günümüze insanların tartışma konusu olmuştur. Aslında insanlar demek pek doğru olmaz çünkü dünya genelinde özellikle geçmiş yıllarda kadınlar toplumda ikinci plana atılmıştır ve kadınların hayatıyla ilgili olan konuları bu konularda bilgisi yok denecek kadar az olan erkekler tarafından tartışılmış, sonuca bağlanmıştır. Belki de kadınlar hakkındaki kararlar cahilce alındığı için toplumları gelişim bakımından geriye atmaktadır. ABD'de kadınlar eylem yaparak hakları için mücadele ettiler. Ancak toplumda baskın rol oynayan kişiler kürtaj karşıtlığı yaptıkları için yapılan eylemler ne yazık ki karara çok fazla etki edemiyor. Feminist kuruluşlar ABD'li kadınların mağdur olmasını engellemek adına, kürtaj olmak isteyen kadınların yurt dışına çıkmasını sağlamak için fonlar oluşturmaya başladılar. 21. yüzyılda hâlâ kadınların hayatı hakkındaki bir kararın bu konuda uzman dahi olmayan erkekler tarafından tartışılarak oylamaya bile sunulmadan alınması çok üzücü. Umarız ki dünyanın hiçbir yerinde hiçbir kadın ne kürtaj hakkından ne de diğer haklarından mahrum bırakılmaz. https://www.comertkadinsagligi.com/kurtaj-kac-aydan-sonra-yapilmaz/ https://www.aysedarama.com/kurtaj-nedir https://www.haberturk.com/abd-de-kurtaj-tartismalari-suruyor-google-dan-da-adim-geldi-3474515

  • Kafka'nın Dönüşüm Adlı Eseri ve İçindeki Dönüşümler

    Kafka deyince akla ilk gelen eserlerden biri Verwandlung, Türkçede son dönemlerde en çok tercih edilen ismiyle "Dönüşüm"dür. Kapitalist bir sistemde çalışan olan Gregor Samsa'nın bir sabah böceğe dönüşmüş olarak uyanmasıyla başlıyor hikayemiz. Gregor böceğe dönüşmüş olmasına rağmen bilincinde hiç değişim olmamıştır. Onun için en büyük sorun işini kaybetme riskiydi. Kitabın bu kısmında kapitalist sistemin içerisine sızdığı her noktada bir zorunluluk ya da zorunluluğun hissettirilişini görüyoruz aynı zamanda. Kitabı derinlemesine okuduğumuzda dönüşümü yaşayan aslında Gregor değil, ailesi ve çevresindekilerdir. Bu dönüşümün belirtilerinden biri de kız kardeşi Grete'de görülür. Gregor'un dönüşümünden önce henüz 17 yaşında olan kardeşi Grete'nin ihtiyaçları ve eğitimi ile Gregor ilgilenmektedir. Gregor'un böcek olduğu sabah işe gitmediği fark edildiğinde onun için en çok endişelenen ve ağlayan kardeşi Grete'dir. Grete başlangıçta onun ihtiyaçlarıyla ilgilenip, onu ziyaret etsede zamanla Grete'nin iş bulup ekononomik bağımsızlığını kazanmasıyla bu ilginin yerini ilgisizlik alır. Gregor artık Grete için bir yüktür ve Gregor'un evde gitmesine karar verir. “… bu böyle süremez artık. Siz bunu anlamıyor olsanız bile, ben anlıyorum. Bu hilkat garibesinin önünde kardeşimin adını ağzıma almak istemediğim için, yalnızca diyorum ki ondan kurtulmaya çalışmalıyız.” kitaptaki “Hay Allah!’-diye düşündü. ‘Ne zahmetli bir meslek seçmişim kendime. Gün yok ki, yolda olmayayım. Burada, firmadaki asıl işler, gezilerde katlandığım kadar telaş ve tedirginlikle dolu değil. Üstelik bu baş belası yolculuklar; aktarma trenlerini kaçırmamak için çektiğim sıkıntılar, rastgele yenen berbat yemekler, boyuna değişik insanlarla düşüp kalkmalar, asla bir süreklilik, asla bir içtenlik kazanamayan ilişkiler. Şeytan görsün hepsinin yüzünü!” bu alıntıdan yola çıkarak kitabın ana temasının çıkar ilişkileri olduğunu da düşünebiliriz. Kafka bunu Samsa ailesi üzerinden eleştirerek okura muazzam bir şekilde sunmuştur. Samsa dönüşümden önce işini hiç sevmemesine rağmen büyük bir özveri ile ailesine oldukça rahat bir hayat sağlamıştı. "'Aile ne kadar sakin bir yaşam sürüyormuş...'dedi Gregor kendi kendine ve bakışlarını önündeki karanlığa dikerken bir yandan da annesine, babasına ve kız kardeşine bu denli güzel bir evde böyle bir yaşam sağlayabilmiş olmasından ötürü büyük bir gurur duydugunu ayrımsadı " Ancak Gregor'un bu iyi niyetlerine rağmen, annesi ve babasının oğullarının ne çektiği ile ilgili herhangi bir endişe düşünceleri olmadığını kitaptaki yer alan diğer bir nokta olan, Samsa'nın kapıyı açmasıyla evdekilerle karşı karşıya gelince aldığı tepkilerden, annesinin duyduğu utanç ve babasının ise ona karşı duyduğu öfke ile açığa çıkarabiliriz. Samsa böceğe dönüşmekle ailesini utanç içinde bırakıp ona karşı öfke beslemelerine sebep olmuştur. Bu düzende Samsa artık kendisi ve ailesi için bir şey yapamaz. Gregor'un çalışmasından ümit kesildiğinde, önceden çalışamayacakları düşünülen aile fertleri işe başlarlar. Ve ekonomik özgürlüklerini kazandıktan sonra onlar için artık bir yük olan Gregor'u kendi dünyasında yalnızlığa mahkum bırakırlar. Kısacası insanlara faydan dokunuyorsa onlar tarafından sevilirsin, sayılırsın fakat Gregor'un böceğe dönüşüp ailesinin gözünde onlara fayda sağlamaktan çok zararının dokunduğu düşüncesine bakarak insanlar tarafından yavaş yavaş dışlanıp yalnız kalmaya da maruz bırakılacağınızı öngörebilirsiniz.

  • REENKARNASYON /RUH GÖÇÜ

    Son zamanlarda özellikle sosyal medyada çok sık karşımıza çıkan reenkarnasyon inancı herkesin ilgisini çekmekte ve akıllarda merak uyandırmakta. Sosyal medyada ve çevremizde birçok kişinin kullandığı :"Ben önceki hayatımda bir hayvandım" gibi söylemler aslında reenkarnasyon inancına dayanmaktadır. Peki dilden dile dolaşan reenkarnasyon nedir? Reenkarnasyon Fransızca kökenli bir kelime olup Türkçe karşılığı "Ruh göçü" olarak bilinmektedir. Reenkarnasyon kavramı aslında ruhun tek bir bedene ait olmaması, sürekli olarak tekrar bedenlenmesi durumudur. Ruh öldükten sonra dünyaya tekrar gelir, yeni bir bedende yaşam bulur ve o bedende yaşamayı sürdürür. Ruh kendi evrimini tamamlayana kadar her ölümden sonra yeni bir bedene bürünmeye devam eder. En kısa tanımıyla reenkarnasyon bir kişinin öldükten sonra başka bir beden ile dünyaya tekrar gelmesidir. Tarihte Reenkarnasyon Reenkarnasyon başta ilk çağlardaki dinsel öğretiler olmak üzere birçok dinsel öğretide önemli bir rol oynamaktadır. Eski Türklerde Şamanizm dinine göre öldükten sonra ruh başka bir bedende yaşamak için tekrar dünyaya gelir. Ruh kimilerine göre 3 kere kimilerine göre ise 7 kere tekrar hayat bulabilir. Kızılderili inancına göre ise ruh, öldükten sonra kurtun hükmettiği ruhlar alemine gider ve kendine uygun bir beden arar, kendine uygun bedeni bulduğunda yer yüzüne geri döner. Reenkarnasyon inancına sahip olan bazı kabilelerde ise doğum bir başlangıç, ölüm ise bir son olarak görülmez. Hayatta süreklilik hakimdir. Reenkarnasyon Belirtileri Reenkarnasyon inancı olan toplumlar reenkarnasyonun bazı belirtileri olduğuna da inanırlar. Reenkarnasyonun başlıca belirtileri şunlardır: Dejavu; Dejavu, yaşadığımız bir olayı daha önceden de yaşadığımızı zannetmemizdir. Birçok bilim insanı bu olayın nörolojik sebeplere dayandığını söylese de reenkarnasyon inancında önceki yaşamımızdan izler taşıdığımıza işaret etmektedir. Doğum Lekeleri; Doğum lekelerinin de reenkarnasyona işaret ettiği söylenmektedir. Rüyalar ve Kabuslar; Rüyaların geçmiş yaşamdan izler taşıdığı ve o yaşamı hatırlattığı söylendiği için aynı rüyaların sık sık görülmesi de reenkarnasyon ile açıklanmaktadır. Doğal Kabiliyetler; Kişinin daha önce sahip olmadığı yeteneklere bir anda sahip olması ve daha önceden hiç deneyimlemediği konular hakkında bilgi sahibi olması önceki yaşamdan izler olarak kabul edilmektedir. Tenasüh ve Reenkarnasyon Farkı Batı ülkelerinde ruh göçü reenkarnasyon olarak adlandırılırken Asya dinleri gibi bazı inançlarda ruh göçü tenasüh olarak adlandırılmaktadır. Tenasüh ve reenkarnasyon çoğu zaman aynı şey zannedilse de aslında aralarında bazı temel farklar vardır. Tenasüh inancında ruhun dünyaya tekrar gelmesi bir cezalandırma ve ödüllendirme sistemine bağlıdır. Bir insan cezalandırma amacıyla bir sonraki hayatına bir hayvan olarak devam edebilir. Ancak reenkarnasyonda cezalandırma ya da ödüllendirme gibi bir sistem söz konusu değildir. Bazı Dinlerde Ruh Göçünün Yeri Yahudilik:Ruh göçü doktrini kıyamet anlayışına sahip geleneksel Yahudilikte bulunmamakla beraber popüler Yahudi inancında yer almaktadır. Örneğin; birçok Yahudi Adem'in önce Nuh, sonra İbrahim ve Musa olarak dünyaya geldiğine inanır. Ayrıca bazı Yahudi topluluklarının da ruh göçünü kabul ettiği bilinmektedir. Hristiyanlık: 19. Yüzyılda ortaya çıkan birçok akım ruh göçü inanışını benimsemiştir. Bu kişiler ilk Hristiyanların reenkarnasyona inandığını fakat yanlış çeviriler sonrasında bunu doğrulayan kaynakların tahrip edildiğini öne sürmektedirler. Sonuç olarak Hristiyanlığın erken dönemlerindeki bazı Hristiyan mezhepler reenkarnasyonu gerçekten ilke edinmişlerdir. Günümüzde de bazı Hristiyan kurum ve mezheplerde reenkarnasyon inanışı bulunmaktadır. İslam: kıyamet kavramını kabul eden diğer dinlerde olduğu gibi İslam'da da ruh göçü inanışı bulunmamaktadır. Birçok İslam bilgini ruh göçünü İslam'a ait görmez ve bu konuda Kur'an'dan bazı ayetler öne sürer ancak onlara karşı fikir savunan ve ruh göçünün Kur'an'da üstü kapalı ifadelerle yer aldığını söyleyen kişiler de vardır. ( İslam'da tartışılan ruh göçü reenkarnasyon değil tenasüh anlayışıdır). Günümüzde bazı Şii mezheplerinde ruh göçüne inanılmaktadır. Kaynakça https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Reenkarnasyon#:~:text=Tenas%C3%BCh%20inan%C4%B1%C5%9F%C4%B1nda%20ruhlar%C4%B1n%20s%C3%BCrekli%20olarak,ruhlar%C4%B1n%20d%C3%BCnyada%20bedenlenmeleri%20tekam%C3%BClleri%20i%C3%A7indir. https://www.haberler.com/haberler/reenkarnasyon-nedir-reenkarnasyon-kelime-anlami-13616723-haberi/

  • Neden Mutsuz Sonlu Kitaplar?

    Aklımızın ıssız bir köşesinde, fısıldayıp duran küçük insancıklardan duyduğumuz sorulardan biri de tabii ki "Neden mutsuz sonlu bir kitabı okuyorum?" olur. Kendimizi harap olmuş bir halde bulduğumuzda çareyi bizi daha da mutsuz eden şeylerde buluruz. Her kelimesinden hüzün akan şarkılar, kedilerin üzüldüğü kalp kırıcı videolar, bir filmin en mutsuz sahnesinin kesiti... Belirtmek lazım ki bunların hepsi anlık hissiyat veren şeylerdir. Bir şarkıyı dinlememiz 10 dakikamızdan fazlasını almaz. Peki neden günlerimizi harcayıp sonunun mutsuz olduğunu bildiğimiz bir kitabı okuyoruz ki? Aslında hepimiz günün herhangi bir anında kendimizi perişan hissederiz. Bazen bunun için elimizde hiçbir sebep bulunmaz. Dışarıdan bakıldığında her şey olağan ilerler, biz de buna pek kafa yormayız. Havalardan deriz, hasta olmuşumdur deriz, hatta daha da saçmalayıp sorunu alakasız insanların alakasız olaylarına bağlarız. Gerçek şu ki, hayatımızın "monotonluktan" ibaret olduğunu anlarız. Günlerimizin amaçsızca birbirini takip etmesi ve bizim buna engel olamayaşımız bunun ateşlenme noktasıdır. Akşamları uyku ile uyanıklık arasında günümüze göz atınca hayatımızda kayda değer herhangi bir şeyin gerçekleşmediğinin farkına varırız. Bunu sesli dile getiremesek de bedenimiz bir düzene mahkum hale geldiğini, ruhumuzun ise tersini yapmaya meyilli olduğunu biliriz. Kimsenin hayali bir masanın üstünde hayatını harcamak değildi küçükken. Kitaplar ise bize sahip olamadığımız o hayalin küçük bir kısmını sunar. İstediğimizi yapmakta özgür olduğumuz; yargılanmadan, olduğumuz yere gelmek için savaşmadan, her türlü kötülüğe maruz kalmadan hayalimizi yaşamaya başlarız. Mutsuz son ise sadece bunun inandırıcı bir bitişidir. Bunca yolu bizim aldığımızın ve bize yaraşır bir unutulmaz sona varışımızın simgesidir. Kitaplar bizi her ne kadar üzse de bize kazandırdıkları daha önemli bir duygu vardır. "Özgürlük". Biz ise hayatımızı bu eşsiz duyguyu tatmak için çabalarız.

  • Özgürlüğün İdeolojisi Liberalizm Nedir?

    Seküler bir devlet anlayışına dayanan liberalizm, “liber” yani Latincede “özgür” kelimesinden türemiştir. Politik tartışmalarda önemli bir ima ve anlam ifade eden bu kavramın kökeni ileriye dönük zengin ve çeşitli felsefik dalların temelini hazırladı. Liberalizmi diğerlerinden özgün kılan konsepti ise bireyin toplum içindeki rolünü güçlendirmesi ve mutlak monarşik sistemlere meydan okumasıdır. Ancak 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında liberalizm, bireysel felsefeden toplumsal felsefeye doğru bir geçiş daha doğrusu değişim sürecine girmiştir. Siyasi termonolojiye giren bu kavram, zamanla laissez faire laissez passer (bırakınız yapsınlar,bırakınız geçsinler) ifadesinin de yerini almıştır keza. Kimi zaman sınıfsal bilincin oluşmadığı toplumlarda sözün özü sömürü düzeni olarak da teorilerde yer edinen Liberalizm, aydınlanma çağı itibariyle birçok düşünür ve ekonomistin öne sürdüğü görüşlerle çeşitlere ayrılmıştır. Öncelikli olarak klasik liberalizmde bireysel özgürlükler ön planda olurken sosyal liberalizmde ise özgürlük ve sosyal devlet arasında bir denge sağlamak amaçlanmıştır. Liberalizmin temel ilkeleri arasında toplumsal özgürlükler ön plandadır. Keza keskin ve kapsayıcı bir tanımı yoktur, farklı pratikler içerir. Liberaller; kendi ideolojilerini ifade özgürlüğü, inanç özgürlüğü, basın özgürlüğü, serbest ticaret, sivil haklar, seküler devlet, çoğulcu demokrasi ve özel mülkiyet başta olmak üzere kişinin başkalarının özgürlüğünü kısıtlamayacak şekilde tamamen özgürlük hakkı savunması üzerine kurmaktadır. Bu sebeple desteklenen fikirlerin başında basın özgürlüğü ve inanç özgürlüğü gibi demokratik haklar yer almaktadır. Ancak Liberalizmin özgürlük tanımı soyuttur. Bunun nedeni serbest piyasanın insanları hükmü altına almasıdır. Somut özgürlük, spesifik olarak toplumsal olanı esas alır. Her ne kadar Kapitalizm ile karıştırılsa da ikisinin arasındaki en temel fark, kapitalizmin sadece ekonomik bir sistem olmasıdır. Zira liberalizm siyasi ve sosyal ilkeler de içermektedir. Kapital sistemde ekonomik büyümede iktisadi gerekçeler baz almıştır. Zamanla Mill’in faydacı ve pragmatik konseptli yapısına bürünmesiyle liberalizmin politik ve ekonomik sistemler içerisinde sosyal ilerlemeyi toplum ve grup olarak arttırması gerektiği ve ortak çıkarı savunduğu düşünülmüştür. Franklin D. Roosevelt 1930’larda bu konsepti “New Deal” olarak şekillendirmiştir. New deal ekonomide saf liberal yaklaşımın zararlı etkilerinden kurtulabilmek için belirli oranda devletçi yaklaşımın gerekliliğini öngörmüştür. Bu yaklaşım kamu projeleri, sosyal yardım, finans reformu gibi pek çok hükumet altyapısının temellerini oluşturmuştur. “Günümüzde liberalizmin modern çevirisi sol düşünce ile bağdaştırılır. New Deal’dan ödünç alınan fikirlerle liberal ekonominin fakirlik ve serbest piyasa kapitalizmi gibi dış etkenlerden etkilenen bireyleri desteklemek için kamu kurumlarını güçlendirdiği düşünülür. Politik haklar noktasında liberalizm azınlıklar için sivil özgürlükleri sağlamak için çabalamaktadır.”

  • BİR PARODİ SUÇLUSU: PORÇAY

    Türkiye'nin en büyük 2. Reddit grubu olan r/burdurland'in ve r/hakkaten'in kurucusu Ömer Aslan, namıdiğer Porçay 2 Kasım 2017 günü Ezhel'in Müptezhel albümündeki şarkıların bir parodisini "Ot İçiyorum (Ezhel Parodi)" başlığıyla YouTube kanalında paylaştı. Gelen şikayetler üzerine savcılığın iddianame hazırlamasıyla hakim karşısına çıkan Ömer Aslan'ın 18 Şubat 2021 tarihinde uyuşturucuyu övmek ve özendirmekten suçlu olduğuna karar verildi ve 4 yıl 2 ay hapis cezası aldı. Kararın İstinaf Mahkemesi'ne gitmesinin ardından Porçay 20 Haziran günü saat 20 civarında Twitter hesabından mahkemenin kararı doğru bulduğunu ve ertesi gün Çağlayan Adliyesi'nde teslim olacağını duyurdu. 21 Haziran'da ise Avukat Ali Gül, Porçay'ın Metris Cezaevi'ne yerleştirildiğini söyledi. Sosyal medyada bu olaya tepki oluşturmak için ''#freeporcay'' etiketi ile paylaşımlar yapılmaya başlandı. Öncelikle parodinin ne olduğu hakkında biraz fikir sahibi olalım ve Porçay'ın parodisinin sözlerini ardından klibini inceleyelim. Parodi, bir şeyi iğnelemek ve konuyla ilgili ironilerde bulunma amacıyla abartarak komediye dökme sanatıdır. Porçay da bu zamana kadar birçok parodi çekmiş ve bu iğnelemeyi çok güzel yapabilmiş bir kişidir. Ezhel'in albümünü dinlediğinde sürekli uyuşturucuya vurgu yapılması üzerine bunu daha da abartarak ve neredeyse aynı sözleri yineleyerek bir parodi çekmeye karar vermiş. Sözlerde art arda uyuşturucunun iyi olduğunu, çok mutlu ettiğini, sürekli kullandığını belirtiyor. Bu haliyle gerçekten özendirici bir şarkı gibi dursa da basit bir örnekle durumu açıklayalım: Bir kişiyle konuştuğunuzda size "Sen harika birisin, mükemmelsin, asla hata yapamazsın. İnanılmaz derecede hayranım sana." dediğinde bunun normal olmadığını ve bir kinayenin olduğunu düşünürsünüz. Sürekli sıralanan cümleler, gerçekliği ve ciddiyeti azaltır aynı verdiğim örnekte ve Porçay'ın parodisinde de olduğu gibi. Kendisi de bu durumu bir videosunda şu şekilde aktarıyor: "Bu şarkıların bu özelliğini alıp biraz daha abartırsam, absürt derecede abartırsam güzel bir parodi olur diye düşündüm. İnanın bana bu şarkının sözlerini bile yazmadım, zaten aşırı absürt bir şey yapmaya çalışıyordum. Doğaçlama bir şekilde mikrofona saçmaladım ki şarkıyı dinlerken zaten belli yerlerde duraksadım ve ne desem acaba diye düşündüm, fark edebilirsiniz. Duraksadığım yerleri kesmedim çünkü iyice belli olsun bunun ciddi olmadığı..." Porçay'ın parodisinin klibini incelemeye aldığımızda ise ana karakterimizin klibin başında apartman girişinde kriz geçirdiğini görüyoruz. Klip boyunca aç olmasına rağmen bütün parasını uyuşturucuya verdiğini, annesi aradığında telefonunu açmayıp "ot" olarak kayıtlı biri aradığında telefonu mutlulukla açtığını görüyoruz. Aslında bu parodi videosu ile, Porçay'ın video açıklamasına da yazdığı şekilde, Rap şarkılarının kliplerinde gösterildiği gibi uyuşturucunun hep mutlu etmediğine ve uyuşturucuyu alamadığında geçirdiği sinir krizlerine, aile ve arkadaşlık ilişkilerinin çok kötü etkilendiğine değinilmiş oldu. Diğer kliplerde uyuşturucu kullanılınca gösterilen mutlu sahnelerin arkasında hep bir acı çekişin olduğunu anlattı. Uyuşturucunun kötü yanlarını göstermek ve eğlenceli, mutluluk verici bir şey olmadığını anlatmaya çalışan klibin uyuşturucuyu özendirdiğinin iddia edilmesi oldukça ironik ama, değil mi? Ve 21 Haziran saat 23 civarında Porçay'ın kanalında bir şarkı yayınlandı. Adalet Sarayı ismi ile paylaştığı şarkının sözlerine baktığımızda Adalet Sarayı'nın çok adil, en adil olduğundan ve bütün adaletin burada dağıtıldığından bahsediliyor. Porçay, yaşadığı mağduriyeti yine kendi bildiği yoldan dile getirmeyi tercih etmiş. Art arda sıralanan sözlerin ironi olduğunu kabul etmeyenler için güzel bir övgü olsa gerek. 23 Haziran'da Türkiye'de adaletin var olduğunu kanıtlayan bir olay oldu ve Porçay için tahliye kararı çıktı. Avukat Ali Gül, cezanın kaldırılmadığını ve kararın düzeltilmesi için başvuru yaptıklarını dile getirdi. Porçay'ın hayatına hiçbir etkisi kalmayana kadar uğraşacaklarını da ekledi. Porçay'ın parodisini yaptığı Ezhel ise destek vermeyi unutmadı.

  • EZOTERİK İNİSİYASYON

    Bir önceki yazımda Panteizm'i açıklayarak temellerini attığım ezoterik inisiyasyonu bu yazımda derinlemesine inceleyeceğiz. Ezoterik inisiyasyonunun amacını daha kolay ve etkili kavrayabilmek için bu yazıyı okumadan önce bir önceki yazım olan "Ezoterik İnisiyasyonunun Temeli: Panteizm"i okumanızı tavsiye ederim. Yazımıza, inisinasyonun ne olduğunu açıklayarak başlayalım. İnisiyasyon kelime anlamı bakımından "öğretme, doğru yolu gösterme ya da erginleştirme" olarak ele alınmaktadır. İnisiyasyonun temel işlevi kişinin dış yaşamındaki her türlü durumun önüne geçmesi, kendi özünü bulmasıdır. Bu eylemi ifade etmek için "tanrılaştırma" terimi de kullanılmaktadır. Böylesine bir "tanrılaştırma" eylemi, evrenin özündeki varlığın kişinin özünde bulunması olgusunu içerir. Bu olgu da Panteizm'de kabul görmektedir. Birey inisiyasyon yoluyla kendi özünü canlandırmaktadır, bu işlemi kişi tek başına yapamaz Bu yüzden ona yol gösterecek nitelikli bir kişi olması gerekmektedir. İnisiyasyon yeniden doğuş olarak bilindiği için bu kişinin manevi açıdan gelişmiş bir mistik olması gerekmektedir. Her inisiyasyon sisteminde öncelikli olarak kişinin kendi evini, bedenini tanıması gerekmektedir. Kişi, bedenini tanımadıkça özüne inemez. Peki ezoterik inisiyasyon terimindeki "ezoterik" ne anlama gelmektedir? Ezoterik sözcüğü ezoterizmden türemiştir. Ezoterizm, bilgilerin ve görgülerin kapalı bir topluluk içinde ve aşamalı olarak verildiği çalışma/öğreti sistemidir. Ezoterik sistemin özünde gerçek bilginin sadece onu anlayabilecek yetenekteki kişilere aktarılması bulunur. Ezoterik inisiyasyon: Kişinin önceden belirlenen eğilimleri üzerine yapılandırılan Belirli bir ruhsal etkiyle bilinçaltına yönelen, Bireyin kendisini bulması gereken bir, "özü canlandırma" eylemidir. Tüm ezoterik örgütlerde inisiyasyon süreci karanlıklar (ölüm) içine yapılan bir girişle başlar. Bu aşama boyunca inisiyasyona aday kişi, kendisinde öldüğü duygusunu yaratmayı hedefleyen birtakım korkutucu olaylar ve mekânlar içine sokulur, çeşitli sınavlara tutulur. Bu aşama bir tür "cehenneme iniş"tir. Ölüm aşamasını izleyen aşama, genellikle belirli duygularla yüklenen, yine de bazı simgesel sınavların bulunduğu yükseliş aşamasıdır. Bu noktada genellikle doğum olgusu da işlenir. İnisiye olan kişinin gözleri daima bağlıdır. Bu da karanlığın henüz sona ermediğini anlatır. Son aşamayı göz bağlarının çözümü ve ani bir ışıklandırmayla (aydınlanma, nurlanma) ile başlayan çeşitli güzellikte sahnelerle süslü, neredeyse kendinden geçişi andıran bir doruklanma oluşturur. Bazen inisinasyon süreci boyunca yapılan işlemler kişilerin bünyesine çok ağır gelmiştir, hatta Mısır'da bu süreç esnasında ölen kişilerin olduğu söylenmektedir. Bu süreç boyunca anlatılmak istenen öz nedir? İnisiyasyon süreci, bir yandan " kozmogoni" (evren doğumu) sürecinin aşamalarını, kaosun ışık tarafından düzenlenmesini simgesel olarak canlandırıp temsil etmektedir. Diğer yandan kişinin, Adem'in ilk günahıyla yitirilen ayrıcalıklara (masumluğa) yeniden kavuşması, eksiksiz bilgiye ermek için gerekli mistik koşulların içine yeniden doğmasıdır. İnisiyasyon süreci bir arınma, nurlanma ve tamamlanmadır. Nereden geliyoruz? Kimiz? Nereye gidiyoruz? İnsanoğlu, sınırsız kudrete ve Tanrı'ya ulaşmaya duyduğu susuzlukla hep bu üç soruyu yöneltmiştir kendine. Bu, kesin ve eksiksiz bilgiye açlıktır. İster dini, ister felsefi, ister mistik ya da isterse gizlici olsun tüm ezoterik örgütleri besleyen ana kaynak bu açlıktır. İnisiyasyon süreci boyunca da insanların kendi özüne ulaşıp yeniden doğmasıyla beraber bu soruların cevaplarını bulmaları ve temiz bir hayata yelken açmaları amaçlanmıştır. Ezoterik inisiyasyonu keşfederek sizlerle de paylaşmamı sağlayan Selim Gülenç'e teşekkür ediyorum. Kaynakça https://nolurbak.com/diger/parapsikoloji/gizli-ilimlere-giris-ezoterik-inisiyasyon/ https://inisiyasyon.nedir.org/ https://tr.m.wikipedia.org/wiki/%C4%B0nisiyasyon https://www.derki.com/mistik/ezoterik-orgutlerde-inisiyasyon/ http://blog.milliyet.com.tr/ezoterik-inisiyasyon/Blog/?BlogNo=51074

  • Cesur Yeni Dünya Felsefesi

    “Bizler tarihin ortanca çocuklarıyız. Bir amacımız ya da yerimiz yok. Ne büyük savaşı yaşadık ne de büyük buhranı. Bizim savaşımız ruhani bir savaş, en büyük buhranımız; hayatlarımız.” Bu sefer hayatlarımız en büyük buhranımız değil çünkü herhangi bir buhranı HİSSEDECEK durumda değiliz. Bütün hislerim, duyularım bana verilen uçsuz bucaksız imkanlarla öylesine dolup taşmış durumda ki çoğu zaman his ya da duyu sahibi bir varlık olduğumu idrak etmekte zorlanıyorum. Ben Cesur Yeni Dünya’dayım. Bir amacım ya da yerim yok çünkü olası benimseyeceğim her amaç, her hedef; sonsuz bir boşlukta körebe oynar gibi dolaşan bu insan yığınını uyandırabilir, onları sahiplendikleri o yoldan çıkarabilir. Birçok insan yoldan çıkacağına bir tek insan acı çeksin, daha iyi. Cinayet sadece bireyi öldürür; sonuçta, birey nedir ki? Kolayca yeni bir birey üretebiliriz, hem de istediğimiz kadar! “Sana bir gram soma lazım. İstediğin zaman, gerçeklikten uzaklaşıp tatile çıkıyorsun geri döndüğünde ne başın ağrıyor ne de anlatacak mitolojin oluyor.” (syf 74) Mutluluk neydi? İstediğimiz şeylere sahip olmak, cinsel tatmin, iyi bir aile, arkadaşlar vs. Ben bu dünyada mutluluğu hiçbir zaman hissetmedim, hissedemiyorum. Bizim savaşımız ruhani bir savaş derken haklıydık. Hayatta her şey zıttıyla var oluyordu. İyiyi kavramak için kötüye, kötüyü kavrayabilmek için iyiye ihtiyaç duyuyorduk. Tokluk halinin gerçekten keyfine varabilmek için bazen aç olmak da zorunluydu. Tabi bunları geçmişte bıraktık. Doğduğunuz andan itibaren her saniye beslendiğiniz bir dünya hayal edin. Gerçek tokluğun ne demek olduğunu anlayabilir miydiniz? İşte bu dünyada mutluluğu hissedemememizin sebebi de bu sanırım. Biz hiçbir zaman mutsuz, keyifsiz ya da suçlu hissetmedik kendimizi. Doğduğumuzdan beri her şey elimizin altındaydı ve herhangi bir şeye hiçbir zaman “gerçekten” ihtiyaç duymadık. Mutlu olmaya ihtiyaç duymadık çünkü Cesur Yeni Dünya’ya gelişimizden beri soma ile büyüdük. Ne zaman, nerede istesek hop bir anda mutluyduk ve çevremizi tamamen unutmuştuk. Mutluluk neydi? Mutluluk neydi bilmiyorum ama bu değildi kesinlikle. Mutlu olmak, belki biraz da mutsuz olabilme hakkına sahip olmaktı. “İstediğin zaman, gerçeklikten uzaklaşıp tatile çıkıyorsun, geri döndüğünde ne başın ağrıyor ne de anlatacak mitolojin oluyor.” Toplumun temeli atılırken, yapı taşları teker teker belirlenirken herkesin bütün konsantrasyonunu, motivasyonunu vererek odaklandığı nokta burasıydı belki. Hiç kimsenin anlatacak bir mitolojisi yoktu. Birileriyle beraberken bile onlarla iletişime geçmiyordunuz aslında. Karşı tarafa bir şey iletmek bence bizim yaptıklarımızdan çok daha yüce ve bizimkine kıyasla çok daha komplike bir eylemdi çünkü. Cesur Yeni Dünya’da iletişim yoktu, sadece konusu dahi rutubetli hapishane hücrelerinin sınırlarını zorlayamayacak derecede sığ bir tür “konuşma” vardı. Bu “konuşma” bebeklerin bir şeye uzanamadıkları zaman çıkardıkları ağlama sesinden daha çaresiz ve ambardaki tek bir buğday tanesinin bile içini dolduramayacak kadar boş laf kalabalıklarıydı. İletişim olmadığı için anlaşma da olmuyordu, anlaşma olmayınca da kendi kuyruğunu takip eden bir tilkinin girdiği çembere benzeyen Cesur Yeni Dünya döngümüzün içinden çıkabilmek mümkün olmuyordu. “Kitaplara ve çiçeklere, eskiden psikologların ‘içgüdüsel’ dediği bir nefret besleyerek büyüyecekler. Refleksleri değişmez bir biçimde şartlandırılır. Hayatları boyunca kitaplardan ve botanikten uzakta, güvende olacaklar.” (syf. 47) Kitaplardan uzaktaysanız güvendesiniz. Başkalarıyla cinsel birlikteliğe girecek kadar dip dibe fakat onların düşüncelerinden de bir o kadar uzaktaysanız müjde! Çünkü daha da güvendesiniz. Bizde işler böyle yürürdü: Herkes, herkes içindir. İstediğiniz kişiyle birliktelik yaşayabilir, her gün başkasıyla takılabilirdiniz. Eş değiştirmeyen insanlardan ve yalnız kalmak isteyenlerden nefret edilirdi. Sonuçta insanların düşünme gücünün önüne sağlam bir set çekebilmek için üç temel noktayı birleştirirmiş olurduk: İnsanlar zihni cinsellik havuzundan çıkarılmayarak yeni düşünce kalıplarının akıllarına gelmesi engellenirdi. Yalnız başına takılan insanlar hor görülür, böylece onların felsefe yapmalarının önüne geçilirdi. Birbirlerine bu kadar yakın ve toplu biçimde tutulan bu insanlar da derin fikirler üzerine iletişime geçemeyecek şekilde programlanır ve sohbetlerin mümkün olduğunca sığ olması sağlanırdı. “Evet, şimdilerde herkes mutlu. Çocuklara beş yaşında öğretiyoruz bunu. Ama başka bir şekilde mutlu olmak istemez miydin, Lenina? Başkaları gibi değil, kendi istediğin gibi.” (syf. 107) Kendimizi toplumdan soyutlamaya çalışmak aşağı inen merdivenlerden yukarı çıkmaya çalışmak gibiydi bizim için. İnsanların büyük tepkisiyle karşılaşır ve yüksek ihtimal başladığınız yere geri dönerdiniz. İşte bütün bu bahsettiğimiz şeyler bizde var olan ve olmayanlar. En başta da söylediğimiz gibi: Olmayan şeylerin farkında olmadığımız için elimizdekilerle ruhumuzu doyurmak mümkün olmuyordu. İnsan dediğimiz varlık aklımızın erişemeyeceği düzeyde garipti ve oralarda bir yerlerde çok farklı şeylere ihtiyaç duyuyordu. Bütün temel gereksinimlerin yanında hiç kimsenin dile getiremediği fakat içlerinde inceden inceye var olmaya devam eden bazı şeyler vardı. Bunlar da çok garip bir şekilde temel ihtiyaçlarımızın birebir zıtlarıydı aslında. “ ‘Ben keyif aramıyorum. Tanrı’yı istiyorum, şiir istiyorum, gerçek tehlike istiyorum, özgürlük istiyorum, iyilik istiyorum. Günah istiyorum.’ ‘Aslında, dedi Mustafa mond, ‘siz mutsuz olma hakkını istiyorsunuz.’ ‘Öyle olsun, dedi Vahşi meydan okurcasına, ‘mutsuz olma hakkını istiyorum.’ ‘Eklemek gerekirse, ihtiyarlama, çirkinleşme ve iktidarsız kalma hakkını da istiyorsunuz; frengi ve kansere yakalanma haklarını, açlıktan nefesi kokma hakkını, sefil olma hakkını, sürekli yarın ne olacak korkusu içinde yaşama hakkını, tifoya yakalanma hakkını ve her türden ağza alınmaz acıyla işkence çekerek yaşama hakkını da istiyorsunuz.’ Uzun bir sessizlik oldu. Sonunda Vahşi, ‘Hepsini istiyorum,’ dedi.” Mustafa Mond omuzlarını silkti. ‘Hepsi sizin olsun,’ dedi. “

  • Bir Oryantiring Macerası

    Dün benim için hayatımda hiçbir zaman unutamayacağım bir gündü. 5 km belki de daha fazla yürüdüm. Yaklaşık 160 dk ve 12.000 adım kadar, belki daha fazla ... Dün babam ve ben bir grup akademisyen ile oryantiring yapmaya gittik. Bizi her grupta 4 kişi olacak şekilde ayırdılar. Toplam 20 kişiydik. Her gruba üstünde 6 tane hedefin yazılı olduğu birer harita verdiler. Amaç haritaya göre hedefleri bulmak ve bitiş noktasına ulaşmaktı. Tabii sonunda güzel bir ödül de vardı. Bazıları bu sporu detaylıca araştırmış, kendinden emin bazılarıysa işi gidişatına bırakmıştı. Sıcağın altında yanacağını bile bile güneş kremi sürmemekte ısrar edenler bile vardı. Her grup oryantiringe aynı anda başlamıyor, aralarında onar dakika fark olması gerekiyordu. Herkesin sırt çantası, şapkası, suyu ve diğer gerekli malzemeleri yanındaydı. Bir fizik doçenti, bir matematik öğretim görevlisi, bir sınıf eğitimcisi ve bir de fen lisesi öğrencisi çıktık yola. “Zaten hepimiz sayısalcıyız, yaparız!” modundaydık. Herkes hazırlıklı; pusula uygulamaları, eğim ölçme uygulamaları indirilmiş, cetveller, harita bilgisi falan. Önce bulunduğumuz konuma göre simetrisini alarak haritayı okumaya çalıştık. Bunu başarmıştık ama ilk hedefi diğer gruplar yüzünden yanlış yerde aradık. Biz hedefleri kırmızı, turuncu fosforlu bayraklar zannediyoruz, gördüğümüz her kumaş parçasını hedef olabilir diye tartışıyoruz ama gerçek “Hedef ” hiç düşündüğümüz gibi değildi: Beyaz bir A4 kâğıdına “Hedef 1” yazılmış, yaklaşık 30 cm’lik bir tahtaya çakılmışlardı. Aslında ben hedefi doğru yerde tahmin etmişim ama gruba uydum ben de. İlk olarak hedefi uzun bir gezintiden sonra Afrin Çayı’ndan geçerek bulduk ve hemen fotoğrafımızı çektik. Çünkü her hedefte fotoğraf çekip ispatlamak zorundaydık. Biz hedeflere o kadar odaklanmışız ki eğlence amaçlı çok az fotoğraf çekmişiz. “Hedef 2”yi yakında bir yerde bulduk ama “Hedef 3”ü bulmak bizi zorlamıştı. Az kalsın asıl gitmemiz gereken yerden ayrılıyorduk çünkü haritayı yanlış anlamıştık. Dik yamaçlardan tırmanmak ve tekrardan çaydan geçmek zorunda kalmıştık. Hedefi çok zor bir yere koymuşlardı. Aslında saklamışlardı sanki, çünkü menfezin altındaydı. “Hedef 4”ü bulurken ikiye ayrıldık. Birinci grup aşağı kısımları diğeri ise üst kısımları aradı. İkinci grubun bir elemanı olarak ben üst kısımlarda, dikenli çalılıkların fazla olduğu yerlerde arıyordum hedefi ama bulamamıştım. Grup tekrar bir araya gelince keçilerini otlatan bir çoban bize Hızır gibi yetişti! Hedefi gördüğünü söyledi bize. Hemen oraya gittik. Yorgun bir şekilde fotoğraf için pozumuzu verdik ve ben çok değişik bir şey buldum: Hani şu kovboy filmlerinde ya da çöl filmlerinde kafatası olur ya ona benzer bir inek kafatası! Belki arkeolojik bir buluntudur diye düşünmüştüm ama çok yeni duruyordu. Sıra “Hedef 5” teydi. Bu sefer taşlı bir yol boyunca yürüdük. Ara sıra evden getirdiğimiz şekerli yiyeceklerden atıştırdık. Bol su içtik. Bu sefer tarlada çalışan işçilere sorduk. Şaşırdılar ama görmediklerini söylediler. Dev ağaçlar, erik, dut, yabani kekikler, kuş sesleri… Bütün bunlar insana doğa ile iç içe olduğunu hatırlatıyordu. Bir menfezin altında sazlıkların arasında duran bir yılan fark ettik. Koyu kırmızı- kahve bir rengi vardı. Karışmadık ona tabii ki çünkü bize rahatsızlık vermiyordu. Doğa onun yuvası ve biz onun ziyaretçisiyiz. Ona dikkat etmesi gereken biziz. “Hedef 5” serin bir erik ağacının altında yanında küçük bir derenin geçtiği bir yerdeydi. Yine bir çiftçinin yardımı ile bulduk onu. “Hedef 6” için bulunduğumuz yerin üst tarafındaki dar bir patikadan devam ettik. Patikada etrafımız değişik bitkilerle çevriliydi. Bazen dikenli bitkiler yolumuzu kapatıyordu bazen de rengârenk çiçekler. Bu hedefi tam da düşündüğümüz yerde bulduk. Haritayı en doğru kullandığımız hedefimizdi diyebilirim. Bütün hedefleri bulmayı başarmıştık. Şimdiyse bitiş noktasına varan ilk grup olmaya çalışıyorduk. Yürüyüşümüzü hızlandırmıştık. “Acaba kaçıncı olmuşuzdur? Birinci miyiz?” diye düşünüyorduk. Varış noktasına gitmek bizi daha da yordu çünkü tam güneş üstümüzdeydi ve yokuş çıkıyorduk. Bitiş noktasına gelirken birtakım sesler duyduk ve o zaman birinci olamadığımızı anladık. Bizi kocaman ağaçların altında serin bir yerde bekliyorlardı. İki grup bizden önce gelmiş ancak onlardan bir grup diskalifiye olmuştu. Çünkü yanlış yoldan ilerleyip başladığımız noktaya ulaşmışlardı. “O kadar geldik bari arabayla bitiş noktasına gidelim.” deyip bitiş noktasına gelmişlerdi. Birinci olan grup da bizden çok kısa bire süre önce bitiş noktasına ulaşmıştı. Herkesin çok yorgun olduğu belliydi. Oturup dinleniyorlardı. Bir yandan da mangal yapılmaya başlanmıştı. Neyse ki soğuk su vardı. Kaç şişe bitirdiğimi hatırlamıyorum. Çok yorulduk belki ama yorgunluğumuzu hissetmeyecek kadar eğlendik. Bir sürü böcek ve sinek bizi rahat bırakmamış olabilir ama artık onları önemseyecek halde değildik. Çünkü aklımız hem hedefi bulmakta hem de hayatta kalmaktaydı. Hayatta kalmaktan kastım dik yamaçlardan, dikenli çalılıklardan, yılanlardan ve zehirli bitki ya da hayvanlardan uzak durmaya çalışmaktı. Bizi gören yerel halkın bizi hazine avcısı zannetmesi ya da bizi sıcakta bir spor için uğraşan kaçıklar olarak görmesi dışında bir sorun yoktu. “Onu yapcağınıza gelin tarlada yardım edin!” dedikten sonra arkamızdan kahkaha atmaları da ayrı bir mesele. Ama sağ olsunlar bize aradığımız hedefler için ya da yönümüzü bulmak için sorduğumuzda çok yardımcı oldular. Yürürken bazen şekerimiz düştü, gözümüz karardı, ayağımız burkuldu. Dibi yosun tutmuş ve kayganlaşmış olan çaydan 4-5 defa geçtik. Hatta ilk başta spor ayakkabılarımızı çıkarıp terlik giyiyorduk. Ama bu çok zahmetli gelmişti. Bu yüzden direkt spor ayakkabılarımızla geçmeye başladık. Dik yerlerden tırmanmak da insanın hayatını gözünün önüne getiriyordu. En ufak bir toprak kaymasında “Kesin başaramayacağım.” diyorsunuz ama kurtulunca özgüveniniz yerine geliyor ve “Bunu bile yaptıysam daha zorlarını da yaparım.” diyorsunuz. Bazen de aklınıza “Ya daha kolay bir engelde başarısız olursam.” sorusu da gelmiyor değildi. Dün çok eğlendim. Farklı insanlarla tanıştım. Keşfedilecek çok şey olduğunu öğrendim. 12 senedir yaşadığım bu şehirde daha görmediğim çok güzel şeylerin olduğunu keşfettim. Beraberce yapılan işlerin insanı daha kolay hedefe ulaştırdığını öğrendim. Zorluklarda bile beraber hareket etmenin önemini kavradım. Bazıları benimle hemfikir olmasa da bence çok iyi bir deneyimdi. Her ne kadar zor ve yorucu olsa da bir daha yapmak için sabırsızlanıyorum. Bu güzel etkinliği düzenleyen Yakup ve Ömer Faruk hocalara çok teşekkür ediyorum.

  • What is a burn-out? How it is different from laziness?

    "She was a straight-A student, now, she is just as ordinary as a student who scarcely passes their exams... maybe she wasn't just good enough from the very beginning." "Why don't you just get up and study, you are not even sleeping. You weren't like that before, what has gotten into you?!" "He was brilliant, now he is lying in bed as if there is no tomorrow" If you hear this similar words like these so often then you might have burnt out. What is being burnt out though? Even though it is frequently mistaken as laziness, mostly by our relatives it is not. The exact definition of burning out is this: To become extremely tired or sick by working too hard over a period of time. If someone is lazy they are not doing anything because they don't want to, if someone is burnt out then this is not because they don't wanna do anything it's because they can't due to the effects of overworking. A burnt-out person has a goal in mind and tries to reach that while a lazy person is just lying down. You can say dozens of examples like these. I will explain this situation to you with a real-life example. When I first started talking to a coach I said her that my life is a combination of two steps patterning over and over. The first one is my productive phase where I study hard, read dozens of books (including educational ones),  participate in activities, keep in touch with my friends, etc. So in this phase, I endeavor for my goals, but I overdo it, expectedly I just burn out, and with this phase comes the second phase that terrifies me even when I think that it might come anytime. The second phase is indisputably the worst. This is a phase when I am so exhausted from studying that I feel too tired to even get out of bed, I don't even want to read books or Webtoons (which are my favorite things to do in life). But that's not because I am lazy, or because I am in depression. As I said the cause of this is overdoing something over a long period of time. As a resolution to being burnt out, professionals mostly suggest reducing the work they have to do, and this is not quite possible mostly. The main thing that causes people to work harder than their physical/mental health can take is today's world, right now things you can do today are constrained by standards that are growing higher and higher every single day. For instance, you say "I know 3 languages" but they say "3? Meh, you have to know at least 4" you say that you have participated in 2 school clubs, and they say why not 4. It is challenging and overwhelming to keep up with these standards. I'm sure, or at least I just wanna be sure, there are people like me who struggle to do everything at once. So calling out to those who just think that people like me are lazy: "We already are stressed enough, and when you talk with zero knowledge of our situation it stresses us more, so we don't need to hear your opinions." From a friend you can feel comfortable when talking to https://cdn.shrm.org/image/upload/c_crop%2Ch_1775%2Cw_3155%2Cx_0%2Cy_854/c_fit%2Cf_auto%2Cq_auto%2Cw_767/v1/Employee%20Relations/iStock-1084925542_wjjeom?databtoa=eyIxNng5Ijp7IngiOjAsInkiOjg1NCwieDIiOjMxNTUsInkyIjoyNjI5LCJ3IjozMTU1LCJoIjoxNzc1fX0%3D https://www.zenefits.com/workest/wp-content/uploads/2020/04/708850_3-Signs-You%E2%80%99re-Burned-Out_opt2_042920.png

  • Ters Yüz Sınıf Modeli (Flipped Classroom)

    Ters Yüz Sınıf Modeli (Flipped Classroom) Nedir? Ters Yüz Sınıf Modeli, diğer bir deyişle Flipped Classroom; öğrencilerin öğrenme süreçlerini evde farklı öğrenim materyalleriyle kendi başlarına gerçekleştirdikleri, öğrendikleri bilgileri ise sınıfta diğer arkadaşları ve öğretmenleri yardımıyla uyguladıkları bir sınıf modelidir. Normalde okulda gerçekleşen öğrenme ve okul sonrası ödevlerle pekiştirilen uygulama sürecini tam tersine çevirdiğinden Ters Yüz Sınıf Modeli olarak isimlendirilir. Ters Yüz Sınıf Modeli Nasıl Uygulanır? Derse öğrencinin hazırlıklı gelmesi amacıyla öğrenciye konuyla alakalı önemli ve gerekli bilgiler içeren videolar gönderilir, öğrenciye dijital veya somut bir/birkaç metin verilerek konuyu okuması ve çalışması sağlanır ya da konu hakkında kendisinin araştırma yapması sağlanır. Derste ise öğrenciye egzersizler verilir ve bunları cevaplandırmaları istenir, deneyler aracılığıyla teorik bilginin pratiğe geçmesi sağlanır, grup proje ödevleri verilir ve bunları grup olarak diğer sınıf arkadaşlarına sunmaları istenir ya da öğrenciler gruplara ayrılarak bir konu hakkında kendi görüşlerini belirterek tartışırlar. Ters Yüz Sınıf Modeli ve Bloom Taksonomisi Arasındaki İlişki Bloom Taksonomisinde yer alan öğrenme basamaklarından en düşük seviyede olan ve basit düzey öğrenme olarak isimlendirilen hatırlama ve kavrama basamakları öğrenci tarafından evde gerçekleştirilir, görece bu basamaklardan daha önemli sayabileceğimiz diğer basamaklar ise okulda, bir öğretmen yardımıyla gerçekleşir. Bu sayede öğrenci basit düzey öğrenme basamakları kendisi gerçekleştirdiğinden daha ileri seviye öğrenmenin gerçekleştirdiği basamaklarda öğrencinin daha kolay geliştiğini gözlemleyebiliriz. Ters Yüz Sınıf Modelinin Artıları ve Eksileri Bu sınıf modeli sayesinde öğrenciler evde kendi başlarına bir konu öğrenirlerken anlamadıkları noktada internetten veya başka kaynaklardan araştırabilirler, veya konu hakkında bir video izlerlerken anlamını bilmedikleri bir terime sözlükten bakabilirler. Böylece her öğrenci kendi öğrenme süreci sırasında ihtiyacı olduğu ve kendini eksik hissettiği noktayı kolayca tamamlayabilir. Ancak sınıf içerisinde gerçekleşen öğrenme sürecinde bu mümkün değildir, öğretmen konuyu anlatırken bütün sınıfa hitap etmek zorundadır ve her öğrencinin aklındaki soruya cevap verebilecek zamanı bulamamaktadır. Bu sebeple Ters Yüz Sınıf Modeli, öğrencinin bir konuyu öğrenirken sahip olduğu bütün sorulara cevap bulmasını sağlamaktadır. Ayrıca bu soruların cevabını kendisi araştırıp bulacağından bir nevi öğrenciye “öğrenmeyi öğretmektedir”. Sınıf içerisinde gerçekleşen uygulama kısmında ise öğretmen öğrenciye birebir yardımcı olabilir, bu sayede hangi öğrencinin ne konuda eksik olduğunu, bir soruyu çözerken neyi nasıl düşündüğünü veya neyi yanlış düşündüğünü fark edip öğrencinin bu eksikliklerini kapatabilir. Ayrıca uygulama sürecinin sınıf içerisinde gerçekleşmesi öğrenci-öğrenci etkileşimini de güçlendirir ve bu sayede öğrenciler birbirlerinin eksikliklerini tamamlayarak aktif bir öğrenme yaşamış olurlar. Aynı zamanda verilen grup araştırma ödevleri sayesinde öğrenciler bir grup içerisinde çalışmayı ve bir başkasında fikirlerini nasıl ifade edeceklerini öğrenmiş olurlar ki bu yetenekler günümüz iş dünyasında çok işlerine yarayacaktır. Bu faydalarının yanında daha esnek bir sistem olduğundan öğrenciye zamanını planlamayı ve kendi üzerine sorumluluk almayı öğretir. Dezavantaj olarak ise her öğrencinin evinde internet ve bilgisayar gibi bilgiye kolayca ulaşabileceği bir materyal olmadığında veya bazı öğrencilerin okulda sonra çalışması gerektiğinden doğacak eğitimde fırsat eşitsizliğini gösterebiliriz. Bu öğrenciler diğer öğrenciler gibi evde kolayca kendi başlarına konuyu öğrenemeyeceklerinden okulda konunun anlatılması onlar için daha avantajlı olacaktır. Kaynakça https://www.teachthought.com/learning/definition-flipped-classroom/#:~:text=A%20flipped%20classroom%20is%20a,the%20students%20independently%20at%20home. https://bokcenter.harvard.edu/flipped-classrooms https://www.edutopia.org/blog/flipped-classroom-pro-and-con-mary-beth-hertz https://omerad.msu.edu/teaching/teaching-skills-strategies/27-teaching/162-what-why-and-how-to-implement-a-flipped-classroom-model

Copyright ©2022 Accio Liberum. Tüm Hakları Saklıdır.

bottom of page