top of page

Cesur Yeni Dünya Felsefesi

Yazarın fotoğrafı: Salih AkbaşSalih Akbaş

Güncelleme tarihi: 22 Eyl 2022



“Bizler tarihin ortanca çocuklarıyız. Bir amacımız ya da yerimiz yok. Ne büyük savaşı yaşadık ne de büyük buhranı. Bizim savaşımız ruhani bir savaş, en büyük buhranımız; hayatlarımız.”


Bu sefer hayatlarımız en büyük buhranımız değil çünkü herhangi bir buhranı HİSSEDECEK durumda değiliz. Bütün hislerim, duyularım bana verilen uçsuz bucaksız imkanlarla öylesine dolup taşmış durumda ki çoğu zaman his ya da duyu sahibi bir varlık olduğumu idrak etmekte zorlanıyorum. Ben Cesur Yeni Dünya’dayım. Bir amacım ya da yerim yok çünkü olası benimseyeceğim her amaç, her hedef; sonsuz bir boşlukta körebe oynar gibi dolaşan bu insan yığınını uyandırabilir, onları sahiplendikleri o yoldan çıkarabilir. Birçok insan yoldan çıkacağına bir tek insan acı çeksin, daha iyi. Cinayet sadece bireyi öldürür; sonuçta, birey nedir ki? Kolayca yeni bir birey üretebiliriz, hem de istediğimiz kadar!




“Sana bir gram soma lazım. İstediğin zaman, gerçeklikten uzaklaşıp tatile çıkıyorsun geri döndüğünde ne başın ağrıyor ne de anlatacak mitolojin oluyor.” (syf 74)


Mutluluk neydi? İstediğimiz şeylere sahip olmak, cinsel tatmin, iyi bir aile, arkadaşlar vs. Ben bu dünyada mutluluğu hiçbir zaman hissetmedim, hissedemiyorum. Bizim savaşımız ruhani bir savaş derken haklıydık. Hayatta her şey zıttıyla var oluyordu. İyiyi kavramak için kötüye, kötüyü kavrayabilmek için iyiye ihtiyaç duyuyorduk. Tokluk halinin gerçekten keyfine varabilmek için bazen aç olmak da zorunluydu. Tabi bunları geçmişte bıraktık. Doğduğunuz andan itibaren her saniye beslendiğiniz bir dünya hayal edin. Gerçek tokluğun ne demek olduğunu anlayabilir miydiniz? İşte bu dünyada mutluluğu hissedemememizin sebebi de bu sanırım. Biz hiçbir zaman mutsuz, keyifsiz ya da suçlu hissetmedik kendimizi. Doğduğumuzdan beri her şey elimizin altındaydı ve herhangi bir şeye hiçbir zaman “gerçekten” ihtiyaç duymadık. Mutlu olmaya ihtiyaç duymadık çünkü Cesur Yeni Dünya’ya gelişimizden beri soma ile büyüdük. Ne zaman, nerede istesek hop bir anda mutluyduk ve çevremizi tamamen unutmuştuk. Mutluluk neydi? Mutluluk neydi bilmiyorum ama bu değildi kesinlikle. Mutlu olmak, belki biraz da mutsuz olabilme hakkına sahip olmaktı.



“İstediğin zaman, gerçeklikten uzaklaşıp tatile çıkıyorsun, geri döndüğünde ne başın ağrıyor ne de anlatacak mitolojin oluyor.”


Toplumun temeli atılırken, yapı taşları teker teker belirlenirken herkesin bütün konsantrasyonunu, motivasyonunu vererek odaklandığı nokta burasıydı belki. Hiç kimsenin anlatacak bir mitolojisi yoktu. Birileriyle beraberken bile onlarla iletişime geçmiyordunuz aslında. Karşı tarafa bir şey iletmek bence bizim yaptıklarımızdan çok daha yüce ve bizimkine kıyasla çok daha komplike bir eylemdi çünkü. Cesur Yeni Dünya’da iletişim yoktu, sadece konusu dahi rutubetli hapishane hücrelerinin sınırlarını zorlayamayacak derecede sığ bir tür “konuşma” vardı. Bu “konuşma” bebeklerin bir şeye uzanamadıkları zaman çıkardıkları ağlama sesinden daha çaresiz ve ambardaki tek bir buğday tanesinin bile içini dolduramayacak kadar boş laf kalabalıklarıydı. İletişim olmadığı için anlaşma da olmuyordu, anlaşma olmayınca da kendi kuyruğunu takip eden bir tilkinin girdiği çembere benzeyen Cesur Yeni Dünya döngümüzün içinden çıkabilmek mümkün olmuyordu.



“Kitaplara ve çiçeklere, eskiden psikologların ‘içgüdüsel’ dediği bir nefret besleyerek büyüyecekler. Refleksleri değişmez bir biçimde şartlandırılır. Hayatları boyunca kitaplardan ve botanikten uzakta, güvende olacaklar.” (syf. 47)


Kitaplardan uzaktaysanız güvendesiniz. Başkalarıyla cinsel birlikteliğe girecek kadar dip dibe fakat onların düşüncelerinden de bir o kadar uzaktaysanız müjde! Çünkü daha da güvendesiniz. Bizde işler böyle yürürdü: Herkes, herkes içindir. İstediğiniz kişiyle birliktelik yaşayabilir, her gün başkasıyla takılabilirdiniz. Eş değiştirmeyen insanlardan ve yalnız kalmak isteyenlerden nefret edilirdi. Sonuçta insanların düşünme gücünün önüne sağlam bir set çekebilmek için üç temel noktayı birleştirirmiş olurduk:


İnsanlar zihni cinsellik havuzundan çıkarılmayarak yeni düşünce kalıplarının akıllarına gelmesi engellenirdi.


Yalnız başına takılan insanlar hor görülür, böylece onların felsefe yapmalarının önüne geçilirdi.


Birbirlerine bu kadar yakın ve toplu biçimde tutulan bu insanlar da derin fikirler üzerine iletişime geçemeyecek şekilde programlanır ve sohbetlerin mümkün olduğunca sığ olması sağlanırdı.



“Evet, şimdilerde herkes mutlu. Çocuklara beş yaşında öğretiyoruz bunu. Ama başka bir şekilde mutlu olmak istemez miydin, Lenina? Başkaları gibi değil, kendi istediğin gibi.” (syf. 107)


Kendimizi toplumdan soyutlamaya çalışmak aşağı inen merdivenlerden yukarı çıkmaya çalışmak gibiydi bizim için. İnsanların büyük tepkisiyle karşılaşır ve yüksek ihtimal başladığınız yere geri dönerdiniz.



İşte bütün bu bahsettiğimiz şeyler bizde var olan ve olmayanlar. En başta da söylediğimiz gibi: Olmayan şeylerin farkında olmadığımız için elimizdekilerle ruhumuzu doyurmak mümkün olmuyordu. İnsan dediğimiz varlık aklımızın erişemeyeceği düzeyde garipti ve oralarda bir yerlerde çok farklı şeylere ihtiyaç duyuyordu. Bütün temel gereksinimlerin yanında hiç kimsenin dile getiremediği fakat içlerinde inceden inceye var olmaya devam eden bazı şeyler vardı. Bunlar da çok garip bir şekilde temel ihtiyaçlarımızın birebir zıtlarıydı aslında.



“ ‘Ben keyif aramıyorum. Tanrı’yı istiyorum, şiir istiyorum, gerçek tehlike istiyorum, özgürlük istiyorum, iyilik istiyorum. Günah istiyorum.’



‘Aslında, dedi Mustafa mond, ‘siz mutsuz olma hakkını istiyorsunuz.’



‘Öyle olsun, dedi Vahşi meydan okurcasına, ‘mutsuz olma hakkını istiyorum.’



‘Eklemek gerekirse, ihtiyarlama, çirkinleşme ve iktidarsız kalma hakkını da istiyorsunuz; frengi ve kansere yakalanma haklarını, açlıktan nefesi kokma hakkını, sefil olma hakkını, sürekli yarın ne olacak korkusu içinde yaşama hakkını, tifoya yakalanma hakkını ve her türden ağza alınmaz acıyla işkence çekerek yaşama hakkını da istiyorsunuz.’



Uzun bir sessizlik oldu.



Sonunda Vahşi, ‘Hepsini istiyorum,’ dedi.”



Mustafa Mond omuzlarını silkti. ‘Hepsi sizin olsun,’ dedi. “

Son Yazılar

Hepsini Gör

Eurovision’dan Kopuşlar

En büyül televizyon etkinliklerinden olan Eurovision’a politika ve siyasi çekişmelerin etkileri

1 Comment


Yazı dilini ve anlatımı çok beğendim, tebrikler. Cesur Yeni Dünya felsefesi üzerinden giderek günümüz gerçekliğinin Cesur Yeni Dünya ile benzeşmekte olan yönleri üzerine bir devam yazısı gelebilir aslında. Özellikle bağımlılıklar ile direkt bir bağ kurulabilir ancak Yeşilay vaatleri de çok iç açmıyor. Neyse buralardan varoluşçuluk meselesine dâhi varılabilir, heyecanlandım doğrusu. Kitap bir süredir aklımdaydı zaten ancak şimdi en kısa vadede okuma kararı kaldım.

Like

Copyright ©2022 Accio Liberum. Tüm Hakları Saklıdır.

bottom of page