Arama Sonuçları
"" için 149 öge bulundu
- Yarım kalan insancıkların türküsü
Bi yarım kalmışlık var içimin içinde Tüm kalabaligin içinde 10.senfoni gibi tamamlanamama korkusu Kopsa da hüznün firtinasi Kalabalığa çaktırmama cabası kemir kemir kemiriyor içimi Bi yarım kalmışlık sevdası HAKAN KIZILYAPRAK
- YALNIZ OLMAK
Yalnız olmak nedir? Etrafında kimsenin bulunmaması mı? Sadece bedenen tek kalmaya mı denir yalnızlık? Peki ruh, ruhun yalnızlığı ne olacak? Yalnızlık bedenin tek kalması değildir. En büyük yalnızlık kalabalıklar içinde olur. Etrafınızdaki onlarca insana kendinizi, hissettiklerinizi anlatamayınca başlar yalnızlık. En acı veren yanı da budur zaten yalnızlığın. Buna bir çare bulamazsınız çünkü yalnızlığımı yenip etrafımdakilere bir şans vereyim derseniz daha çok canınızı acıtır. Etraftakiler sizi anlamadığı gibi bir de yargılar, siz kendinizi ifade etmeye çalışırken sizi yargılayan yüzlerce uğultu yükselir. Etrafınızdakiler sizi anlamadıkça içinize gömdüğünüz o yalnızlık gün yüzüne çıkar. Zaten yalnızlık gün yüzüne çıktıkça siz de yorulursunuz çabalamaktan, mücadele etmekten. Yavaş yavaş kabullenirsiniz, kabullenme süreci öyle acı verir ki insana, adeta duygularınız çekilir, yüz ifadeniz kaybolur. Her ne kadar duygularınızdan vazgeçmek istemeseniz de etraftaki uğultular sizi mecbur bırakır. Bu süreçte uçurumun kenarına çok gidip gelir insan. Onca acıyı çekerken, duyguları etraftaki uğultular tarafından yok edilirken nasıl olur da o uçurumun kenarından geri dönebilir ki insan? İlk zamanlar geri dönmeyi sağlayan şey az da olsa kişinin içinde kalan umut ışığıdır. İnsanın içinde ufak bir parça bir gün yalnızlığının son bulacağına, uğultuların kesileceğine, anlaşılacağına ve en önemlisi mutlu olacağına inanır. Yaşanılan olayların acısı o umudu ne kadar köreltse, kişinin dahi göremediği bir hâle getirse bile o umut ışığı ufalır ancak sönmez, sönmemelidir. Eğer ki o ışık sönerse uçurumdan geri dönüş çok daha zor bir hâl alır. Kendi geleceğine dair umut ışığı sönmüş bir kişi nasıl olurda döner o uçurumdan? Onu uğultularıyla uçuruma iten çevresi için mi döner? Evet, her ne kadar onu uçurumun kenarına iten kişiler bizzat çevresi de olsa insan bir zamanlar onu anlayan, dinleyen kişilere borçlu hisseder kendini. Aslında borcu insanlara değil de o insanlarla yaşadığı anılaradır. Şimdi özlemini duyduğu o mutluluğu bir zamanlar o anıların içinde doyasıya yaşamıştır. Bu sebeple eğer uçurumun kenarından dönmezse o anıları da kaybedeceğini düşünür ve tek mutluluk kaynağını kaybetmeyi göze alamaz. Bu durumu yaşayan insanlar içlerinde dönen bu yalnızlığı çoğu zaman dışarıya yansıtmazlar. Bu sebeple çevrelerinde anlaşılmaları çok daha zorlaşır. Kim bilir belki sizin çevrenizde de yalnızlıkla boğuşan ama farkında olmadığınız biri vardır.
- Taylan Akdokur Röportajı
Al ekibi olarak birçoğumuzun sosyal medya ya da Benimle Söyle adlı yarışmadan tanıdığımız Taylan Akdokur ile bir röportaj gerçekleştirdik. Röportajdan siz okuyucularda umarım keyif alırsınız… Bize kendinizden bahseder misiniz? Ben Taylan 18 yaşında bir müzisyenim. İzmir doğumluyum, Pop, Rock tarzında müzik yapıyorum ayrıca İzmir ve İstanbul’da sokak müziği yapıyorum Müzikle ilgilenmeye kaç yaşında başladınız ve neden başladınız ? Müzikle ilgilenmeye 14 yaşımda bir pop grubundan etkilenerek ukulele çalmaya başlayarak başladım. Şarkı söylemek dışında müzikle ilgili neler yapıyorsunuz? Kendi şarkılarımı yazıyorum, onun dışında birkaç enstrüman çalabiliyorum. Mızıka,Ukulele,Gitar ve biraz Piyano Herhangi bir eğitim alıyor musunuz? Hayır şu an herhangi bir eğitim almıyorum fakat gitar ve şarkı söylemenin temel eğitimlerini kısa bir süre aldım. Ben hep kendi kendimi geliştiriyorum internet bunun için çok büyük bir kaynak. Benimle Söyle serüvenine nasıl başladınız ? Ve size kattığı artılar neler oldu? Çok spontane gelişti, Annem benden habersiz televizyonda izlerken başvuru yapmış. ve beni arayarak ulaştılar ve çok şaşırdım. Bana çok güzel bir tecrübe oldu, küçük yaşta bana müzik için gerekli özgüveni kazandırdı. Beraber çalışmak istediğiniz veya şu anda halihazırda çalıştığınız birileri var mı? Yakın zamanda ETL Records ile sözleşme imzaladık. ve mutluyum güzel şeyler başaracağız. Gelecek Hedefleriniz nelerdir? Tabii ki kendi şarkılarımı insanların dillerinde duymak, büyük konserler vermek, gerçekten büyük. Bu işe başlamak isteyenlere tavsiyeleriniz nelerdir? kendinizi her konuda durmadan geliştirmelisiniz ve düşmeye çok hazır olmalısınız çünkü zor ve cesaret gerektiren bir yol, tabii ki sosyal medya çok önemli ve iyi bir müzisyen olmak asla yetmiyor, sürekli gelişmek ve kendini yenilemek gerekiyor, hem görselinle hem de müziğinle bir bütün olmak ve karşı tarafa ilk görüşte iyi bir enerji vermek çok önemli. Taylan Akdokur'a bizimle gerçekleştirdiği röportaj için teşekkür ediyor ve yeni işlerinde başarılar diliyoruz. Kendisinin yeni işlerinden haberdar olmak için buraya tıklayabilirsiniz.
- Gerçek Kötülük Nedir?
İnsanlar hakkında kötü düşünmek birini gerçekten kötü biri yapar mı? Yoksa o kişi sadece bir insan mıdır? Sokaklarda dolaşan binlerce insan ve binlerce düşünce var. Bembeyaz olumlu eleştirilerden simsiyah acımasız yorumlara kadar hepsi bir arada, aynı şehirde, aynı sokakta, hatta yan yan yürüyorlar. Her gün gördüğümüz tanıdık bir yüz aslında bizden nefret ediyor olabilir. En güvendiğimiz insan bizim hakkımızda pek de hoş olmayan fikirlere sahip olabilir ya da en basitinden yoldan geçen orta yaşlarında bir kadın kafasının içinde bizi puanlıyor olabilir. Peki bu onları kötü biri mi yapar? Aslında herkesin kötü bir yanı vardır. Herkesin kendilerine itiraf etmekte zorlandığı, bazense kabullenmek istemediği bir kaç düşünce beyinlerinin bir köşesinde oturup durur. Aslında oturup durması iyidir çünkü hiç kimse bizim kötü düşüncelerimizi duymak istemez. Kim ister ki zaten biriniz gelip yüzüne karşı atıp tutmasını, değil mi? Bizi hiçbir şekilde etkilemeyen, varlığından bile haberdar olmadığımız düşünceler pek de kimsenin umurunda da olmaz. Kimse kırılmaz, kimse üzülmez, kimseye bir zarar gelmez. Biri hakkındaki fikirlerimizi içimizde tuttuğumuz vakit kimseyi kırmamış oluruz. Ne onları üzeriz ne de başkası hakkında konuşarak sonradan pişman olacağımız şeyler söylemeyiz. Ama sonuç olarak bu fikirleri biz düşünmüş olmuyor muyuz? Aklımızın bir köşesinde de olsa artık yaratılmış ve pis bir madde olarak kalmış olmuyor mu? Kendi kafamızın içinde dönüp dolaşan fikirler sadece bize zarar verir. Bunları başka insanlar göremez, duyamaz ve anlayamaz. "Gözlerimizin içine baktıklarında aşağılanmış hissetmiyorlarsa nereden bilebilirler ki onlar hakkındaki düşüncelerimizi?" diye düşünüyor olabiliriz ama bunun bir önemi yok. Onların hakkındaki düşüncelerimizi kendimize sakladığımız vakit kötü biri olmayız lakin kimse iyi biri olabileceğimizi de söylemedi. Gerçekten temiz kalbe sahip biri asla böyle bir şey düşünmezdi. Asla birine bakıp onun kötülüğünü istemezdi. Kendinden aşağı olmasını değil, tam tersine gelebileceği en iyi yere gelmesini dilerdi. Ama kim böyle bir şey yapabilmiş ki? Asıl önemli olan denemektir. Gerçekten iyi biri olmayı denemek. İnsanlar hakkında iyi fikirlere sahip olmak bazen zor gelebilir. Yargılamamak, hırslarımızı dingizleyememek, yıllardır kalıplaşmış fikirlerimizi değiştirmek uğraştırıcı hatta imkansız gibi bile gözükebilir. Ama denemeden kimse nasıl bir sonuç çıkabileceğini bilemez.
- Who is The Real Culprit? Stockholm Syndrome
Think of a crime scene, where two robbers keep 4 hostages in captivity, and police are trying to apprehend the criminals without harming the hostages; therefore, police wait for the criminals to release the hostages. Now, the real question dashes over, who is guilty in this case? Almost every sane person would absolutely say robbers are guilty because everything indicates them; however, the hostages said otherwise. After 6 days, police finally got into the Bank, where the hostages were cooped up. They kept the robbers under surveillance and took the 4 women, the hostages, for an inquiry. Naturally, they expected the women to say what everyone saw: the men were guilty. Yet, what happened was utterly different. Instead, the women severely condemned the police's idea that the robbers were guilty. They insisted that the men were innocent, and all they wanted was to get out of the Bank, but they couldn't because the police would not let them go, therefore saying the police were the real culprit. Now, this may seem like a made-up story; however, this did happen in 1973 and gave the name to the Stockholm Syndrome, which the women were experiencing. Basically put: The victims, whose freedom has been seized from them by the culprit, become engulfed by such a great fear that the only thing they can think of at that moment is to survive, as the victim dwindles with this great trepidation, even the most petite good-act of the culprits make the wicked person seem like a Saint in the victim's eyes. Does this syndrome happens so often? The syndrome does not occur so frequently: according to FBI, about 8% of hostage victims shows the symptoms of Stockholm syndrome. To specify, it is mostly seen in cases such as : Being abducted, domestic violation, sexual harassment to children , and religious cults. It is highly possible to see it in even movies; for instance, the Beauty and the Beast is the most famous among them: most of us know this story and are well aware that the Beast kept Belle in captivity before they fell in love... Resources: https://www.e-psikiyatri.com/stockholm-sendromu-nedir-ve-belirtileri-nelerdir https://hayatvepsikoloji-assets.s3.eu-west- https://www.youtube.com/watch?v=MOJ9gBQkZsE https://www.youtube.com/watch?v=2hYCYEoSDYw https://www.youtube.com/watch?v=cQlhrNZaW7Y 1.amazonaws.com/jeude4xdifk71wm6np0xi1oqgb8z https://www.evimdekipsikolog.com/blog/wp-content/uploads/2022/05/stockholm_sendromu_nedir_evimdeki_psikolog_com_kapak.png
- DEBANHİ ESCOBAR CİNAYETİ
Cinayet Hakkında Detaylar Meksika'da yaşayan 18 yaşındaki hukuk öğrencisi Debanhi Escobar'ın ölümü dünya basınında büyük bir yankı oluşturdu. Günde yaklaşık 10 kadın öldürülen Meksika'da Debanhi'nin ölümü birçok kadının sokaklara dökülmesine yol açtı. Genç kıza yapılan ikinci otopsi sonuçlarının ilkinden farklı çıkması da herkesi şaşırttı. aklına kazınan o fotoğrafla manşetlere taşındı. Fotoğrafta karanlıkta " ölüm yolu" olarak da bilinen otobanın kenarında yürüyen Debanhi yer alıyordu. Sürücü, fotoğrafı Debanhi'nin arabadan kendi isteğiyle indiğini ve onun yanından ayrılırken yaşadığını kanıtlamak için çektiğini söyledi. -Meksika'da yapılan eylemlerden birinin fotoğrafı- Genç kızın cesedi bir motelin su sarnıcında bulundu. Yapılan ilk otopside genç kızın başına bir darbe aldığı ancak ciğerlerinde su olmadığı için sarnıca girdiğinde hayatta olduğu sonucuna ulaşılmıştı ancak Escobar'ın ailesinin talep ettiği orijinal otopsiye ilişkin başka bir adli analiz, kadının cinsel saldırıya uğradığı ve öldürüldüğü sonucuna vardı. Savcılar yaptıkları araştırma sonrası genç kızın cesedinin mezarından çıkarılarak ikinci bir otopsinin yapılmasının daha doğru olacağı kanısına vardı. Yapılan ikinci otopsi sonucundaysa genç kızın kafasına aldığı darbeyle değil, cesedinin bulunduğu günden yaklaşık beş gün önce solunum yollarının tıkanması sebebiyle boğularak yaşamını yitirdiği anlaşıldı. Raporda solunum yollarının nasıl tıkandığına dair bir bilgi bulunmuyor. İkinci otopsi raporunda da genç kızın bedeninin herhangi bir cinsel saldırıya maruz kalmadığı verisi yer alıyor. Genç kızın babası, savcıların ona elde ettikleri kamera kayıtlarında taksi sürücüsünün Debanhi 'ye rahatsız edici bir şekilde dokunduğunun görüldüğünü söylediklerini iddia ediyor. Genç kızın babası, kızının kazara ölmediğini, öldürüldüğünü savunuyor ve İngiltereden gelecek olan diğer test sonuçlarını bekliyor. Dava gizemle kapatıldı, herkesin aklında tek bir soru var; Debanhi'nin başına ne geldi? Bu sorunun cevabını öğrenmek adına herkesin gözü Meksika polisinde. KAYNAKÇA https://www.cbsnews.com/news/debanhi-escobar-law-student-body-motel-water-tank-suffocated-mexico-third-autopsy/ https://www.hurriyet.com.tr/dunya/cansiz-bedeni-su-tankinda-bulunmustu-debanhi-escobarin-olum-neden-belli-oldu-42103976
- Body Positivity vs Body Neutrality
For the past few years, a movement called “Body Positivity” has been on the rise. It’s a social media campaign all about loving your body no matter its shape, imperfections and all; one that challenges the inevitable beauty standards of today’s society. It has been doing fairly well over the years, getting much attention from people suffering from eating disorders, disabilities, or just people who struggle with their body image in general, helping them to love and accept their bodies. Despite getting mostly positive feedback, some people find this movement to have flaws. As stated before, the body positivity movement is all about loving and appreciating your imperfections, and believing that your body is beautiful and attractive no matter what. This has been starting to get criticized for becoming co-opted by companies, being reduced to skinny and medium-sized people only, and most importantly, still prioritizing beauty. The purpose this movement is serving is still about thinking your body is attractive even with your flaws, and this is where “Body Neutrality” comes in. Do I have to love my imperfections and believe they’re attractive, or just accept them as they are? The Body Neutrality movement tries to shift the focus on beauty to function, and adopts a neutral stance on beauty. Your stomach is not pretty nor ugly, it’s simply a part of your body that helps you digest food. It’s about accepting your imperfections as they are instead of trying to force yourself into toxic positivity. “My body is an instrument, not an ornament.” However, just like the body positivity movement, this one also comes with its flaws. Body neutrality has been critiqued for ignoring the social construct we call beauty too much and the fact that some people want to be pretty and attractive. Some say that it’s too utopic and that no one would be able to take a completely neutral stance because of the intensity of the beauty standards we have today. However it’s best to also state that opinions can be on a spectrum. You can support body neutrality and still believe that some parts of your body are beautiful, or support body positivity and not love every single part of your body. Lastly, I’d like to add that neither are perfect beliefs or a complete solution to beating beauty standards, and so everyone is able to find their own way to cope with body image issues, with body positivity and neutrality being available options. The purpose of this writing is to give people an idea of what these movements / beliefs are, so you can be able to decide which one is best for you.
- Ufak Artışların Doğurabileceği Büyük Sonuçlar, Paris İklim Anlaşması ve Küresel Isınma Üzerine
Son zamanlarda havaların ısınmasıyla insanlar arasında küresel ısınma her yaz olduğu gibi konuşulmaya başlandı. Ne üzücü ki bu konu yalnız lafta kalıyor ve küresel ısınmanın ciddiyeti yeterince anlaşılmıyor. 2011-2020 arası tarihte Dünya üzerinde kaydedilen en sıcak on yıl olarak tarihe geçti Bu yazımda dünyanın gitgide ısınmasından ve 1.5 santigrat derece gibi göze az gelen bir miktarda olsa dahi ısınmasının yaratabileceği olası doğal sonuçlardan ve küresel ısınmaya karşı alınabilecek önlemlerden bahsedeceğim. Sosyal olarak etkilerini ayrı bir yazıda ele alacağım. Ana Hatlarıyla Küresel Isınma Nedir? İklim değişiliği ya da küresel ısınma ana hatlarıyla evrendeki karbondioksit gibi ısıyı tutan gazların atmosferde artmasıyla oluşan ve atmosfere salınan sera gazlarının neden olduğu düşünülen sera etkisinin sonucunda Dünya üzerinde yıl boyunca kara, deniz ve havada ölçülen ortalama sıcaklıkların artması nedeniyle Dünyanın ikliminin değişmesidir. Küresel Isınmaya sebep olan etmenler nelerdir? https://www.epa.gov/ghgemissions/overview-greenhouse-gases 1)Sera Gazları Ana etmen sera gazları olduğu için sera gazlarını ele alacağım.İklim değişikliğinin ana itici gücü sera etkisidir. Dünya atmosferindeki bazı gazlar; bir seradaki cam gibi davranır, güneşin ısısını hapseder ve uzaya geri sızmasını ve küresel ısınmaya neden olmasını engeller. Bu gazlar şunlardır: a)Karbondioksit (CO2) b)Metan (CH4) c)Diazot monoksit(N2O) d)Florlu Gazlar İnsan faaliyetleri sebebiyle salınan CO2 küresel ısınmaya en çok katkıda bulunan gazlardan biridir. 2020 yılı itibariyle atmosferdeki miktarı sanayi öncesi seviyesine kıyasla %48 seviyesine yükseldi. Diğer sera gazları, insan faaliyetleri ile daha küçük miktarlarda yayılır. Metan, CO2'den daha güçlü bir sera gazıdır, ancak atmosferik ömrü daha kısadır. Diazot monoksit, CO2 gibi, atmosferde on yıllar ve yüzyıllar boyunca biriken uzun ömürlü bir sera gazıdır. Kurum gibi aerosoller de dahil olmak üzere sera gazı olmayan kirleticiler, farklı ısınma ve soğutma etkilerine sahiptir ve ayrıca havanın kalitesinin kötüleşmesi gibi diğer sorunlarla da bağlantılıdır. Güneş radyasyonu veya volkanik aktivitedeki değişiklikler gibi doğal nedenlerin, 1890 ile 2010 yılları arasındaki toplam ısınmaya artı veya eksi 0,1°C'den daha az katkıda bulunduğu tahmin edilmektedir. Sera Gazlarının Salınımının Sebepleri 1)Kömür, petrol gibi gazların yakılması Atmosferdeki Karbondioksit ve diazot monoksit salınımını artırır. 2)Ormanların azaltılması Ağaçlar yaptığı fotosentez ile dünyadaki karbondioksit oranını azaltırlar. Kesildiklerinde bu faydalı etki kaybolur ve ağaçlarda depolanan karbon atmosfere salınarak sera etkisine eklenir. 3)Et Endüstrisi İnekler ve koyunlar yedikleri yiyecekleri sindirirlerken büyük miktarda metan salınımı yaparlar 4)Azot İçeren Gübreler Bu gübreler atmosfere diazot monoksit salınımı yaparlar İklim Değişikliğinin Olası Sonuçları Küresel ısınmanın sebeplerini ana hatlarıyla anladığımıza göre şimdi çoğumuzun muhtemelen küçümsediği 1.5-2 santigrat derece gibi küçük gözüken bir artışın nelere sebep olabileceğine ve onların doğuracağı sonuçlara bakalım. Ufak Sıcaklık Değişiminin Etkileri Birçok coğrafya için 1 derecelik bir sıcaklık artışı ilk etapta dikkate değer bir değişim yaratmayacaktır. Ancak Dünya'nın sıcaklık değişimlerine hassas bölgelerinde 1 derece, müthiş bir farklılık demektir. Özellikle de donmuş halde su (buz) bulunan bölgelerde... Bu bölgelerde buz, genellikle erime noktasına çok yakın bir şekilde bulunur. Dolayısıyla 1 derecelik değişim, buzulların önemli bir kısmının erimesi yönünde dengenin bozulması için yeterli olacaktır. Örneğin Grönland, kimi yerde kilometrelerce kalınlığa ulaşan buz tabakasıyla örtülüdür. Ancak günümüzde, özellikle de yaz dönemlerinde bu buzlar yer yer erimeye başlamıştır; çünkü artık sıcaklıklar eskiden olduğundan daha yüksek değerlere ulaşabilmektedir. Eğer ki Grönland'daki bu buzulların tamamı erirse, ortalamada deniz seviyesi 7 metreye kadar artabilecektir. Bu, İstanbul ve İzmir gibi kentlerimiz başta olmak üzere Dünya'nın birçok kentinin sular altında kalması demektir. Yüz milyonlarca insan evlerinden olacaktır. Daha fenası, halihazırda yok olma tehdidi altındaki birçok yaşam alanı, bu su seviyesi değişimi yüzünden yok olacaktır. Şimdi ise küresel ısınmanın olası sonuçlarını inceleyelim. 1)Yüksek Sıcaklıklar İklim krizi, ortalama küresel sıcaklığı artırdı ve sıcak hava dalgaları yüksek sıcaklık noktalarına yol açtı. Daha yüksek sıcaklıklar ölümlerin artmasına, üretkenliğin azalmasına ve altyapının zarar görmesine neden olabilir. Yaşlılar ve bebekler gibi nüfusun en savunmasız üyeleri sıcaklık artışından en ciddi şekilde etkileneceklerdir. Aynı zamanda yüksek sıcaklıkların iklim bölgelerinin değişmesinde de etkili olabilieceği bekleniyor. Bu değişiklikler, zaten habitat kaybı ve kirlilik baskısı altında olan birçok bitki ve hayvan türünün dağılımını ve sayısını değiştiriyor. 2)Kuraklık ve Orman Yangınları Değişen iklim nedeniyle, dünyanın birçok bölgesi şimdiden daha sık, şiddetli ve daha uzun süreli kuraklıklarla karşı karşıya. Kuraklık, yağış eksikliği ve daha fazla buharlaşmanın (yüksek sıcaklıklar nedeniyle) birleşiminden kaynaklanan su mevcudiyetinde olağandışı ve geçici bir eksikliktir. Aşırı su tüketiminden kaynaklanan yıl boyunca yapısal olarak tatlı su eksikliği olan su kıtlığından farklıdır. Kuraklığın genellikle ulaşım altyapısı, tarım, ormancılık, su ve biyolojik çeşitlilik gibi zincirleme etkileri vardır. Nehirlerdeki ve yer altı sularındaki su seviyelerini düşürür, ağaç ve mahsul büyümesini engeller, haşere saldırılarını artırır ve orman yangınlarını körükler. 3)İçilebilir Suya Ulaşım İmkanları İklim ısındıkça yağış düzenleri değişir, buharlaşma artar, buzullar erir ve deniz seviyeleri yükselir. Bütün bu faktörler tatlı suyun mevcudiyetini etkiler. Daha sık ve şiddetli kuraklıkların ve artan su sıcaklıklarının su kalitesinde düşüşe neden olması bekleniyor. Bu tür koşullar, büyük ölçüde insan faaliyetinin neden olduğu su kıtlığı sorununu daha da kötüleştirecek olan zehirli alg ve bakterilerin büyümesini teşvik eder. 4)Seller İklim değişikliğinin birçok alanda yağış artışına yol açması bekleniyor. Uzun süreler boyunca artan yağışlar, esas olarak akarsu (nehir) taşkınlarına yol açarken, kısa, yoğun gelen sağanak yağışlar, aşırı yağışların herhangi bir su kütlesi taşmadan sele neden olduğu çok sayıda taşkınlara neden olabilir. Nehir taşması dünyada yaygın görülen bir doğal afettir ve fırtınalarla birlikte son otuz yılda ölümlere neden olmuş, milyonlarca insanı etkilemiş ve büyük ekonomik kayıplara neden olmuştur. İklim değişikliğinin önümüzdeki yıllarda dünya genelinde sel sıklığını artırması muhtemeldir. 5)Deniz Seviyesinin Değişimi Deniz seviyesi 20. yüzyıl boyunca yükseldi ve bu eğilim son yıllarda hızlandı. Artış, çoğunlukla ısınma nedeniyle okyanusların termal genişlemesinden kaynaklanıyor. Ancak buzullardan ve Antarktika buz tabakasından eriyen buz da katkıda bulunuyor. Avrupa'nın, esas olarak Antarktika buz tabakasının erime hızına bağlı olarak, yüzyılın sonuna kadar deniz seviyesinde ortalama 60 ila 80 cm'lik bir yükselme yaşayacağı tahmin ediliyor. 6)Biyoçeşitlilik Üzerindeki Değişim İklim değişikliği o kadar hızlı oluyor ki birçok bitki ve hayvan türü bununla başa çıkmakta zorlanıyor. Biyoçeşitliliğin iklim değişikliğine zaten tepki verdiğini ve vermeye devam edeceğini gösteren açık kanıtlar var. Doğrudan etkiler, fenolojideki (hayvan ve bitki türlerinin davranışları ve yaşam döngüleri), türlerin bolluğu ve dağılımı, topluluk bileşimi, habitat yapısı ve ekosistem süreçlerindeki değişikler ile açık olarak görülebilmektedir 7)Toprak İklim değişikliği erozyonu, organik maddede azalmayı, tuzlanmayı, toprak biyoçeşitlilik kaybını, heyelanları, çölleşmeyi ve taşkınların sıklığını artırabilir. İklim değişikliğinin topraktaki karbon birikimi üzerindeki etkisi, değişen atmosferik karbondioksit derişimi, artan sıcaklıklar ve değişen yağış modelleri ile ilgili olabilir. Paris İklim Antlaşması Paris Antlaşması, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) kapsamında, iklim değişikliğinin azaltılması, adaptasyonu ve finansmanı hakkında 2015 yılında imzalanan, 2016 yılında yürürlüğe giren bir anlaşmadır. Paris Anlaşması'nın uzun vadeli sıcaklık hedefi, küresel ortalama sıcaklık artışını sanayi öncesi seviyelerden 2 °C (3,6 °F) artış seviyesi ile sınırlı tutmaktır ve hatta 1,5 °C çaba harcanmasıdır. Çünkü sıcaklık artışını 2 °C yerine 1,5 ile sınırlamak riskler ve etkiler anlamında iklim değişikliğinin risklerini ve etkilerini önemli ölçüde azaltacağını kabul edilmektedir. Bunu sağlamak için emisyonların mümkün olan en kısa sürede azaltılması ve 21. yüzyılın ikinci yarısına kadar salınan ve tutulan sera gazlarının dengelenmesi hedeflenmektedir. Anlaşma ayrıca, tarafların iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine uyum sağlama yeteneğini artırmayı ve "düşük sera gazı emisyonları ve iklime dirençli kalkınma yolunda tutarlı bir finansman akışı" sağlamayı hedefliyor. Özet olarak, küresel ısınma konusunda bilinçlenmeli ve gerekli önemleri hızlıca almamız gerekiyor. Aksi takdirde dünyamız artık içinde bir yaşam barındırmayacak. Kaynakça: https://ec.europa.eu/clima/climate-change/consequences-climate-change_en https://ec.europa.eu/clima/climate-change/causes-climate-change_en#:~:text=Burning%20fossil%20fuels%2C%20cutting%20down,greenhouse%20effect%20and%20global%20warming. https://tr.wikipedia.org/wiki/Paris_Anlaşması#cite_note-7 https://evrimagaci.org/kuresel-isinma-sonucu-ortalama-sicaklik-1-derece-artsa-ne-olur-4720
- Yaşam Üzerine
Hayatta bazı anlar vardır; başaracağımıza o kadar inanırız ki önümüzdeki engelleri göremeyiz. Dünyanın akışına kapılırız, bazı şeylerin sınırsızlığına inanırız... Hiçbir şeyin bizi yıkamayacağını sanarız. Ta ki tutuşmuş bir kağıdı söndüremeyeceğimiz o anda, kendimizi kaybedene kadar. "Hayat siz planlar yaparken başınıza gelenlerdir" der John Lennon bir güftesinde. İnsan hayatı bir cümleye benzer. Öznesi, nesnesi, yüklemi, virgülü, noktası, soru işareti; tümüyle özlemi, korkuyu, heyecanı, aşkı, öfkeyi, kederi, mutluluğu konu edinir bu cümle. İz bırakır hayatımıza; tarihte iz bırakan insanlar gibi, cümlelere sığmayan anılar gibi... Ancak fark edemediğimiz bu hayat, bizler göz açıp kapayıncaya kadar tükenmeye başlar. Saniyeler, saatlere, günlere, aylara hatta yıllara dönüşür. Hiçbir zaman ölmeyecekmiş gibi yaşarken kuklası oluruz bu hayatın. Duyguları hissetmeyi, insanları tanımayı, mutlu olmayı, yaşamayı unuturuz. Yaşamanın ne demek olduğunu unuturuz en başta da. Ruh ve bedenden oluşan benliğimizi kaybederek ruhumuzu saklarız yaşamın derinliklerine. Halbuki Romalı şair Lucretius'un dediği gibi: Et nihil hoc ad nos, qui coitu conjugioque Corporis atque animae consistimus uniter apti. Bütün bunların hiç ilişkisi yok bizimle, Çünkü biz ruhla beden bir aradayken varız. Lucretius Ruhumuza bile sığdıramadığımız, gerçeklik olmasını dilediğimiz bir umut parçasından ibaret sanarız yaşamayı. Somutlaşmış gerçeklerle dolu bir sandığa kilitleriz ve her defasında somutlaşmış gerçeklerle dolu hayatın soyutlaşmış gerçekliğe dönüşmesi uğruna o sandığa kilit vurarız. Asıl umudumuz olan gerçeğe ulaşabilmek için yaşadığımız bu hayatın gerçeklerini kaybetmeye başlarız. Ya hayata tutunmaya çalışırken geçmişte kalırız ya da gerçekleşmesini dilediğimiz umutların o kadar esiri olmuşuzdur ki geleceği yaşarız. Peki ya şimdi? Geçmiş değil bugün gibi, gelecek değil bugün gibi yaşamalıyız hayatı. Çünkü yaşanmamışlıklar içinde yaşarken unuttuğumuz bir şimdi vardır her zaman. Gelecek uğruna yaşarken kaybettiğimiz bir gerçek vardır, kaybettiğimiz bir hayat vardır. Her yerde yaşayarak tutunmaya çalışırız hayata ancak bilmediğimiz bir gerçek de şu ki: Quisquis ubique habitat, Maxime, Nusquam habitat. Her yerde olan hiçbir yerde değildir. Martialis Biz bugün planlar yaparken hayat yarın değil bugün için tükeniyor. Bizler ise uğruna şimdiyi unuttuğumuz planlarımız için yaşıyoruz. Planlar yapıyoruz ve hayat başımıza gelenlerden ibaret olmakla kalıyor. Aksine, yaşamak, hissetmektir; duymak, görmek, düşünmektir. Geçmişi duyun, bugünü hissedin, yarını düşünün ve hayatı izleyin. Çünkü hayat, her şeye rağmen yaşamaya değer.
- MULTİPL SKERLOZ
Bulunduğumuz çağda pek çok insanın hayatını sonlandıran ya da sosyal yaşantılarını ciddi şekilde kısıtlayan bir takım hastalıklar olduğunu hepimiz biliyoruz . Bu yazıda bahsedeceğim MS hastalığı da insanları gerçek anlamda öldürmese de , psikolojik olarak ölümlerine sebep olabilecek ve fiziksel aktiviteleri yapamayacak duruma getirecek bir hastalık. Öncelikle ms hastalığı hakkında kısaca bilgiler vermek istiyorum. Tam adı " multipl skerloz" olan bu nörolojik hastalığın nedeni tam olarak anlaşılmasada hem genetik hem de çevresel etkenlerle oluşan bir hastalık olduğuna inanlıyor.Bu hastalık sinir tellerinin koruyuculuğu rolünü üstlenen miyelin kılıfının fiziksel zararı sonucunda oluşur.Ms hastalığının semptomları ve şiddeti hastanın yaşam tarzına, yaşına ve cinsiyetine göre değişiklik gösterebilir. Genellikle semptomları arasında şunlar bulunur : duyu eksikliği, karıncalanma, halsizlik, denge bozukluğu, görme kaybı, çift görme, titreme, konuşma bozukluğu, bacaklarda ve kollarda sertlik, idrar kaçırma, güçsüzlük ve erkeklerde cinsel iktidarsızlık... Bunlara ek olarak MS hastalığı daha çok 20-40 yaş arası erişkin bireylerde, kentsel yaşam süren ve sosyo-ekonomik açıdan gelişmiş toplumlarda daha çok görülen bir hastalıktır. Başta bahsettiğim gibi Ms ölümcül bir hastalık olmasada , kulanılan ilaçlar sebebi ile hastalarda ciddi şekilde , bağışıksızlığın oluşturduğu rahatsızlıklara sebebiyet verir . Buna karşın MS hataları ile sağlıklı bir bireyin yaşam süreleri aşağı yukarı aynıdır. Sonuç olarak aslında trajik bir " yaşarken ölme " durumu olarak adlandırabiliriz.
- Geçmişin İzleri
Geçmiş denildiği zaman herkesin aklına farklı şeyler gelir. Kimisi çok mutlu olduğu bir anı hatırlarken kimisi de pişmanlık duyduğu zamanları hatırlar. Ama tabi ki bu hatırladıklarımız kendimiz hakkında olmak zorunda da değildir. Örneğin tarihseverler Osmanlı'yı ,Türkiye'nin eski zamanlarını ya da farklı milletler hakkındaki birtakım bilgileri hatırlayabilirler. Geçmiş , aslında çok kolay bir kelimedir. 6 harften oluşan ve okurken asla zorlanmadığımız bir kelime...Ama işte bu kelimenin en büyük zorluğu anlamındadır. Az önce de bahsettiğim gibi herkes geçmişi farklı hatırlar. Mezun olduğunuz, iş başvurusu yaptığınız anları hatırlarken mutlu olursunuz ve bu sizin üstünüzde çok güzel bir etki bırakır. Bu tarz anılarınız konuşulurken hiç rahatsızlık duymazsınız ve daha da çok konuşulmasını isterseniz. Sonuçta hepimiz insanız ve en alçakgönüllü olanımız bile başarı duyduğu şeyin konuşulmasını ister. Öte yandan da çok pişman olduğumuz bir anımız konuşulurken bir an önce bitmesini isteriz ve o ortamdan kaçacak delik ararız. Ama nedense insanlar pişman olduğumuz daha doğrusu kötü bir şey yaptığımız zaman herkese yaymayı ve sürekli de o konu hakkında konuşmak ister. Bu olayları hatırlarken de yüzümüz yavaş yavaş sonbahardaki bir çiçek gibi solar .Söylemek istediğim şey şu ki geçmiş herkes için farklı bir anlama sahiptir. Yüzümüzde oluşan ifadeler, geçmişin bize olan etkisini yansıtır ve ne yazık ki bu ifadeler çamurlu bir yolda ayakkabımızın çıkardığı iz gibi, görmesek de içimizde bir yerlerde hep vardır.
- O Hep 19 Yaşında: Ali İsmail KORKMAZ
Ali İsmail Korkmaz, 19 yaşında Anadolu Üniversitesi'nde öğrenciyken katıldığı Taksim Gezi Parkı'nın yıkılmaması için yapılan eylemlerde sivil polis memuru ve esnaf tarafından saldırıya uğradı. Uğradığı saldırı sonucu 38 gün komada kaldı ve Ali İsmail 10 Temmuz 2013 tarihinde beyin kanaması nedeniyle vefat etti. Ölüm yıl dönümünde saygıyla anıyoruz. Ölümünün ardından Eskişehir'e heykeli dikildi, Fenerbahçe tribünü "Ali İsmail Korkmaz" marşını besteledi, İsmail Saymaz "Ali İsmail-Emri Kim Verdi?" kitabını yazdı. Ülkenin birçok yerinde ölümü protesto edilen Ali İsmail Korkmaz'ın ailesi tarafından ALİKEV kuruldu. Ekşi Sözlük'te 'EsEs Taraftarı Porsuk Canavarı' takma adlı bir yazar Ali İsmail Korkmaz'ın da öldürüldüğü geceyi yazdı ve yayınladı. Bu yazı oldukça fazla kez okundu ve yapılanlar göz önüne serildi. "Kafasına, beline, sırtına sayısız darbe aldı. Sonra kafasını kaldırıma çarptı ve mecburiyetten bayılma numarası yaptı." NİHAİ HAPİS CEZALARI Polis Mevlüt Saldoğan: 10 yıl 10 ay Polis Yalçın Akbulut: 10 yıl Polis Hüseyin Engin: 7 ay 15 gün Polis Şaban Gökpınar: beraat Fırıncı İsmail Koyuncu: 6 yıl 8 ay Fırıncı Ramazan Koyuncu: 6 yıl 8 ay Fırıncı Muhammet Vatansever: 6 yıl 8 ay Fırıncı Ebubekir Harlar: 6 yıl 8 ay Cinayette yargılanan polis Mevlüt Saldoğan'ın, zarar gördüğü gerekçesiyle 'mağdur' sıfatıyla 2020 yılında Gezi Davası'na müdahil olma talebi mahkeme tarafından kabul edildi. Korkmaz'ın ailesi, kararın iptali için Hakimler ve Savcılar Kuruluna (HSK) başvurdu. Ayrıca bir dedektif talep ederek soruşturmanın devamını talep etti. Ailesi İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi hakimleri hakkında görevi kötüye kullanma suçundan soruşturulmak üzere görevlerinden uzaklaştırılmalarını talep etti. Başvuru, 19 Mart 2022 tarihi itibarıyla sonuçsuz bırakıldı. Yazımın sonlarına gelirken Ali İsmail Korkmaz davasının net ve adil bir sonuçla kapanmasını, 19 yaşında özgür dünyada yaşamayı hak eden gençlerin düşlerindeki özgür dünyaya gözlerini yummamasını diliyorum. Fenerbahçe tribünlerinden bir ses geldi, tüm dünya o sesi dinledi: Daha 19 yaşında Düşlerinde özgür dünyada Öptüğün çubuklu forma Yaşayacak anısında Ali İsmail Korkmaz! Kaynakça: https://www.cumhuriyet.com.tr/yasam/ali-ismail-korkmaz-kimdir-ne-zaman-ve-nerede-olduruldu-iste-hayat-hikayesi-1917387 https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Ali_%C4%B0smail_Korkmaz https://www.hurriyet.com.tr/haberleri/ali-ismail-korkmaz